* evet, ben de izledim başlıktan da anlayacağın gibi. Hakkında duyduğum tek şey; ayrılık üzerine olduğu ve ağlattığıydı. E, önlem olarak, selpak da çantamda bekliyordu haliyle. İkinci yarının sonlarına kadar “hani ağlayacaktık” diye söyleniyor, şarkılara keyifle eşlik ediyordum. Tarsus’u ilk defa böyle görmenin burukluğunu yaşıyordum ki son 5 dakika içinde çantama nasıl sarıldığımı ne sen sor ne ben söyleyeyim. Filmin tamamında geçmişim, yakın geçmişim ve şu anımı bulduğumdan gözyaşlarıma hakim olamadım daha fazla. Peki ya geleceğim de bu filmde mi saklı yine?
* kızgın mısın bana seni ihmal ettiğim için? Asıl ben sana dargınım, sen uyu hala! Soruyor musun bu kız neden bu kadar yok diye? Ya da artık hayatıma ne kadar dahil olduğunu düşünüyor musun hiç? Ben sana söyleyeyim; geçen gece, babamın acile kaldırıldığını bilmeyecek kadar yakınsın bana…
* kış da gelemedi bir türlü zaten, yalancı güneş ve Ankara ayazı canımı sıkıyor..
* Buket’le yürüyorduk geçen akşam. Kontenjanın dolması sebebiyle alamadığım Sanat ve Edebiyat Sosyolojisi dersinden çıkmış, Antropoloji bölümünden bir çocuğun Sartre sunumu yapmaya cesaret ettiğinden bahsediyordu. Derken yanımızdan Okan’ın geçtiğini gördüm, “işte o çocuk!” dedi Buket, “kim? Okan mı? Yapar o!” dedim. “adı Bxxxx onun ya” dedi, “olsun yine de yapar” dedim.
* okul-ders dedim de okula mı şantiyeye mi gidiyoruz belli değil. Telefonda konuşuyorum, derse giriyorum; arkada güm bam, hüop, çeeek!, kaynak sesi vs. Tüm yaz boş duran bu okul değil miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum? En kötüsü de kaloriferleri yakmıyorlar, dişimin takırtısından hocayı duyamıyorum.
* yemek yerken yere düşen yemek, ekmek parçası, çatal, bıçak vs. hayattan soğutuyor beni, burnumdan geliyor o yemek, bütün moralim bozuluyor, hevesim kaçıyor, kahroluyorum.
* şarkı söylerken birinin “bu şarkıyı kim söylüyordu?” diye sorması, cevap verildiğinde ise “bırak da o söylesin o zaman!” demesi bit, tüken artık! Yoksa katil olacağım!
* ekmek fırınının önünden geçerken aldığın o koku, evet işte o! Parfümünü yapsalar ya onun, sıkıp sıkıp koklasak mütemadiyen…
* son dönem karşılaştığım ilginç tabelalardan aklımda kalanları:
“ he canım tekel&kuruyemiş” (telefonla sipariş verdiğini ve adamın telefonu böyle açtığını düşün)
“ süper manyak bıçaklar!” (derinlerde yatan sadisti teşvik amaçlı)
“ milli yemeğimiz kuru fasulye - pilav her zaman bulunur!" (kebap gibi hatırlıyorum ya neyse yine de bir gariplik var gibi)
* metro altına konulan Deniz Feneri standındaki bağış kutusunun boş olmadığını gördüm; Tayland’da, havaalanını ele geçirerek çıkarılan isyan geldi aklıma. Ah dedim… ah dedim…
* aklını dağıtmak ve beynini dağıtmak arasındaki ince çizgi…
* bir şeyler düşünürken karşımdaki kişi aklımdan geçenleri biliyormuş gibi “bu arada” diyerek söze başlamam şaşırtmasın seni.
* “boğazında düğümlenen hıçkırık olayım, unutma beni, unutama beni...”
“kıskanırım seni kim bulursa cana yakın, annen bile okşasa benim bağrım taş olur!”
"saçın tenine değse tenini kıskanırım, birine söz söylesen dilini kıskanırım..."
Şarkılardaki psikopatlığa davet ediyorum seni! İşte bizler de bu şarkıları ve nicelerini taa derinden hissederek söyleyenlerdeniz. Sıkıyorsa inkâr et hadi! Bilinçaltı çok acayip şey, hep söylerim. Gün olur devran döner yine söylerim, hep söylerim…
* sene 2000 kaç hatırlamıyorum, lisedeyiz, ders tarih. Hoca, türkü söylemeyi ve dinlemeyi çok seviyor; aramızdan seçtiği birilerine söyletiyor, durduramıyoruz. Ebru gönüllü oldu bu defa ama bir şartla: çok sevdiği bir şeyi söyleyecekti ve bu bir türkü değildi. Hoca yine de ikna olmuştu ve ebru gayet duygulu ve bir o kadar berbat sesiyle başladı, dersin kaynaması uğruna her şeye razıydık. “… ısınıp uyumayı unut, sarılıp ağlamayı da. Günaydın gittim ben!”. hoca aniden parlayıverdi, “höyt bu ne ahlaksız şarkı! Benimle dalga mı geçiyorsunuz?”. Ebru ağlamaklı “olur mu hocam, nerden çıkardınız?”. Yalın’ın tüm art niyetini gözler önüne seren cevap hocamızdan geldi: “ geceyi birlikte geçirmişler ki günaydın gittim ben diyor adam!” o gün bugündür nerde yalın’ın adı geçse şehvetini o bebek yüzünün neresine sakladığını düşünür, ahlaksız der ve tarih hocamı anarım.
* peki şimdi sorarım sana “iyi akşamlar gittim ben!” desem tüm günü birlikte geçirmiş sayılır mıyız? Sen bu soruya cevap verene kadar hoşça kal, ben bir sonraki postumu muhtemelen İzmit’ten yollayacağım sana. Ayrıca “Göt Kuşağı” geliyor, çok yakında blog dünyasında! alakasız da olsa, sen beni şimdilik bu kareyle hatırla, ben beğendim...
"my favorite thing about eating gummy bears is knowing that they can't fight back when you bite their heads off."
Pazar, Kasım 30, 2008
Pazar, Kasım 09, 2008
bir elimde gökyüzü var halaaaa!
* nbr? asl pls?
* kış geliyor, şimdiden botlarla haşır neşirim. uff ne biçim de ağırlar yaa! günün yorgunluğunu ayrı, botların yorgunluğunu ayrı atıyorum. o da yetmiyor masa altından mutlaka birinin ayağını eziyorum, sığamıyorum olmuyor! bu dünya ikimize dar...daha bunun atkısı, eldiveni, beresi var. kendimi robocop gibi hissediyorum!
* bak şimdi de sıçrayan çamurlu sular yüzünden kirlenen bacak arkası geldi aklıma! e ama teker teker gelmezseniz sinirlenirim!
* bin bir asansöre, tanımadığın biriyle başbaşa kal, azıcık da paranoyaksan zehrolur sana dünya 3. kata çıkana kadar.
* peki ya içmediğin halde üzerine sinen o sigara kokusu?
* ytrum'da gördüm, ben de soyadım hakkındaki eleştirileri beyan edeyim(!) dedim. facebook'ta bile yazınca 9 sayfa civarında "ben" çıkıyor insanların karşısına. "sayın erdoğan" diye soyadla hitap edilir ya mesela, biri bana öyle hitap etmesin isterim. ama en çok da evlendiği halde soyadından vazgeçmeyen kadınlara hayranlık duyarım. öyle deme! eğer ki soyadın erkek ismi olarak kullanılıyorsa ve baban sabancı değilse bile böyle bir fikir cazip geliyor insana.
misal; soyadım "yılmaz" ya, evlendim ve bu fikri uygulamaya geçirmek istiyorum. oldum mu sana: Gamze Yılmaz Bilmemkimoğlu. bir de kısaltma yapıldığını düşünün G. Yılmaz Bilmemkimoğlu. hobaaaa! (var benim böyle paranoyalarım!)
* nazara inanıyorum. elem tere fiş kem gözlere şiş! (sırf bunu söylemek için yazdığımı mı sanıyorsun bu maddeyi? yanılıyorsun!)
* naftalin kokulu teyzeler vardır bilir misin? nasıl da özdeşleşmişler o kokuyla anlamıyorum! kesinlikle bu dünyaya ait değiller...
* sıhhatler olsun demek cidden zor. sen doğru söylesen de karşındaki saatler olsun olarak anlıyor. pff zaten sıhhıye demeyi de sevmem.. bir de büyük bi' yük var ki hiç sorma...
* bonibonlarla intihar etmeye kalkışmadın mı? nasıl bir çocuktun sen ya!!
* sokak çalgıcılarını dinlerken yüzümde anlamsız bir gülümseme oluşuyor. o anı seviyorum.
* ders 19. yy. Amerikan Düzyazı ve Şiiri, walt whitman'dan bir şiir, kürsüde Trevor Hope, ders başlayalı bir buçuk saat olmuş aralıksız anlatıyor yine. yanımda yunan, arkamda koreli ve bir de -yanlış hatırlamıyorsam- kosavalı bir arkadaşım var. benimse aklım marstaydı sanırım o sıra, dalmış gitmişim. "calamus the latin word" diyor Trevor, "it resembles the word which has the same meaning in Turkish". "kalamar!" diyorum umarsızca. millet gülme krizine giriyor. "it is not as delicious as kalamar" diyor o bozuk aksağınıyla, "it is kalem!". ve ders bitiyor.
* acı bibere dokunduktan sonra ellerin kontrolü neden kaybolur? neden!?
* Tömbeki'de yeni türkü, ezgi'nin günlüğü, leman sam ve sezen aksu dinlemenin keyfi bambaşka!
* bana "hanımefendi" diye hitap eden 1586. kişiye "gerçekten hanımefendi gibi miyim?" diye soracağım. şanslı talihlimiz kim olacak bakalım?
* "nirvana! nirvana!" diye seslendi arkadaşım, arkadaşının arkasından. kızın adı bildiğin "nirvana"ymış!
* atom; maddenin en küçük yapı taşına denirdi ya sonra atom bilmemkaç parçaya bölündü. e şimdi maddenin en küçük yapı taşının adı ne peki? hayır, çoluğun çocuğun maskarası olacağız ondan korkuyorum yoksa bilime adayacak değilim kendimi.
* kırmızı ışık beni ne kadar beklettiyse yeşil ışıkta geçerken o kadar oyalanıyorum, tadını çıkarıyorum. bir yaya olarak kendi çapımda protesto ediyorum. ama neyi?
* feridun düzağaç'ı pek sevdiğimi söyleyemem ama şarkılarının %92'sini beğenerek dinlerim. e bir süre sonra dikkatimi çekti haliyle. bu adamın en acilinden psikolojik desteğe ihtiyacı var. terkedilmek, yalnızlık, unutulmak adamda fobi seviyesine ulaşmış. her şarkının teması da aynı mı olurmuş canım?
* almancayı gramer olarak sular seller gibi bilsem de konuşmak istemiyorum, konuşmam da. çünkü bu dil sade ve sadece hans tipli amcalara yakışıyor. benim gibi miyavlayanlara değil!
* bir de kime hayretle ve hayranlıkla bakarım biliyor musun? en olmadık anlarda cebinden, cüzdanının köşesinden, çantasının derinliklerinden ve hatta kitap arasından para çıkan insana! hele bankadaki parasını çekmeyi unutan insan beni benden alır.. ya da ağzını burnunu kırarım, çok kıskanırsam. ölsem de çıkmaz 5 kuruş bile bir yerden, neyim var neyim yok hepsi cüzdanımda ya da hesaplarımda. o da çalınırsa ayvayı yediğimin resmidir zaten.
* kapanışı da bir tavsiyeyle bitireyim ama şiddetle bir tavsiye. yıllar önce istediğim filme bilet bulamayınca sırf sinemaya gitmiş olmak için izlediğim ama en derinlerden etkileyen bir film: Gönül Yarası.
* kış geliyor, şimdiden botlarla haşır neşirim. uff ne biçim de ağırlar yaa! günün yorgunluğunu ayrı, botların yorgunluğunu ayrı atıyorum. o da yetmiyor masa altından mutlaka birinin ayağını eziyorum, sığamıyorum olmuyor! bu dünya ikimize dar...daha bunun atkısı, eldiveni, beresi var. kendimi robocop gibi hissediyorum!
* bak şimdi de sıçrayan çamurlu sular yüzünden kirlenen bacak arkası geldi aklıma! e ama teker teker gelmezseniz sinirlenirim!
* bin bir asansöre, tanımadığın biriyle başbaşa kal, azıcık da paranoyaksan zehrolur sana dünya 3. kata çıkana kadar.
* peki ya içmediğin halde üzerine sinen o sigara kokusu?
* ytrum'da gördüm, ben de soyadım hakkındaki eleştirileri beyan edeyim(!) dedim. facebook'ta bile yazınca 9 sayfa civarında "ben" çıkıyor insanların karşısına. "sayın erdoğan" diye soyadla hitap edilir ya mesela, biri bana öyle hitap etmesin isterim. ama en çok da evlendiği halde soyadından vazgeçmeyen kadınlara hayranlık duyarım. öyle deme! eğer ki soyadın erkek ismi olarak kullanılıyorsa ve baban sabancı değilse bile böyle bir fikir cazip geliyor insana.
misal; soyadım "yılmaz" ya, evlendim ve bu fikri uygulamaya geçirmek istiyorum. oldum mu sana: Gamze Yılmaz Bilmemkimoğlu. bir de kısaltma yapıldığını düşünün G. Yılmaz Bilmemkimoğlu. hobaaaa! (var benim böyle paranoyalarım!)
* nazara inanıyorum. elem tere fiş kem gözlere şiş! (sırf bunu söylemek için yazdığımı mı sanıyorsun bu maddeyi? yanılıyorsun!)
* naftalin kokulu teyzeler vardır bilir misin? nasıl da özdeşleşmişler o kokuyla anlamıyorum! kesinlikle bu dünyaya ait değiller...
* sıhhatler olsun demek cidden zor. sen doğru söylesen de karşındaki saatler olsun olarak anlıyor. pff zaten sıhhıye demeyi de sevmem.. bir de büyük bi' yük var ki hiç sorma...
* bonibonlarla intihar etmeye kalkışmadın mı? nasıl bir çocuktun sen ya!!
* sokak çalgıcılarını dinlerken yüzümde anlamsız bir gülümseme oluşuyor. o anı seviyorum.
* ders 19. yy. Amerikan Düzyazı ve Şiiri, walt whitman'dan bir şiir, kürsüde Trevor Hope, ders başlayalı bir buçuk saat olmuş aralıksız anlatıyor yine. yanımda yunan, arkamda koreli ve bir de -yanlış hatırlamıyorsam- kosavalı bir arkadaşım var. benimse aklım marstaydı sanırım o sıra, dalmış gitmişim. "calamus the latin word" diyor Trevor, "it resembles the word which has the same meaning in Turkish". "kalamar!" diyorum umarsızca. millet gülme krizine giriyor. "it is not as delicious as kalamar" diyor o bozuk aksağınıyla, "it is kalem!". ve ders bitiyor.
* acı bibere dokunduktan sonra ellerin kontrolü neden kaybolur? neden!?
* Tömbeki'de yeni türkü, ezgi'nin günlüğü, leman sam ve sezen aksu dinlemenin keyfi bambaşka!
* bana "hanımefendi" diye hitap eden 1586. kişiye "gerçekten hanımefendi gibi miyim?" diye soracağım. şanslı talihlimiz kim olacak bakalım?
* "nirvana! nirvana!" diye seslendi arkadaşım, arkadaşının arkasından. kızın adı bildiğin "nirvana"ymış!
* atom; maddenin en küçük yapı taşına denirdi ya sonra atom bilmemkaç parçaya bölündü. e şimdi maddenin en küçük yapı taşının adı ne peki? hayır, çoluğun çocuğun maskarası olacağız ondan korkuyorum yoksa bilime adayacak değilim kendimi.
* kırmızı ışık beni ne kadar beklettiyse yeşil ışıkta geçerken o kadar oyalanıyorum, tadını çıkarıyorum. bir yaya olarak kendi çapımda protesto ediyorum. ama neyi?
* feridun düzağaç'ı pek sevdiğimi söyleyemem ama şarkılarının %92'sini beğenerek dinlerim. e bir süre sonra dikkatimi çekti haliyle. bu adamın en acilinden psikolojik desteğe ihtiyacı var. terkedilmek, yalnızlık, unutulmak adamda fobi seviyesine ulaşmış. her şarkının teması da aynı mı olurmuş canım?
* almancayı gramer olarak sular seller gibi bilsem de konuşmak istemiyorum, konuşmam da. çünkü bu dil sade ve sadece hans tipli amcalara yakışıyor. benim gibi miyavlayanlara değil!
* bir de kime hayretle ve hayranlıkla bakarım biliyor musun? en olmadık anlarda cebinden, cüzdanının köşesinden, çantasının derinliklerinden ve hatta kitap arasından para çıkan insana! hele bankadaki parasını çekmeyi unutan insan beni benden alır.. ya da ağzını burnunu kırarım, çok kıskanırsam. ölsem de çıkmaz 5 kuruş bile bir yerden, neyim var neyim yok hepsi cüzdanımda ya da hesaplarımda. o da çalınırsa ayvayı yediğimin resmidir zaten.
* kapanışı da bir tavsiyeyle bitireyim ama şiddetle bir tavsiye. yıllar önce istediğim filme bilet bulamayınca sırf sinemaya gitmiş olmak için izlediğim ama en derinlerden etkileyen bir film: Gönül Yarası.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)