Cumartesi, Aralık 13, 2008

uykulu post


* kurban postunu ima etmiyorum, hayır komik değilsin!

* fazla mı oldu yine bu ara? izmit'e geleli tamı tamına bir hafta oldu ve bugün ilk defa tüm günümü evde geçirdim, yarın da yol hazırlığı, gerisini sen düşün. geldiğim günün akşamında istanbul'a gitmemden anlamalıydım... yatağıma yastığıma hasret kaldım!

* arkadaşlarım dışında herkesi gördüm sayılır, gayet memnunum. pişman değilim! artık, sömestr'da bol bol vaktimi çalabilirsiniz pek sevgili arkadaşlarım. hadi yine iyisiniz siz işinizi bilirsiniz, dedim engel olamadım kendime. sahi kim söylüyordu bu şarkıyı?

* kestik, biçtik, kavurduk(çoğul konuşsam da inanma), el öptük, kolonya döktük şimdi okul zamanı. bu sahnelerden sonra yok Poe, yok Platon, yok Freud; gel de travma yaşama!

* Göt Kuşağı dedim fazla uzatmadı kavuştu bizlerle, buket diye bahsettim daha önce de. okurum güzelleşirim listemde bulabilirsiniz kendisini. şahsına münhasır münhasır sevsinler seni :)

* telefon sapığı var ne bileyim bin türlü sapık var şu dünyada, duymuşsundur ama sen hiç blog sapığı diye bir şey duydun mu hayatında? işte bende bir adet ondan var. buralarda görürsen aldırma, hö!! de geç.

* efendim, çocuklar topluluk içinde büyük bir tehlikeye dönüşüp sizi renkten renge sokabilir. zaten bunalmışsınızdır yeterince ama "büyüklerle" oturmalısınızdır da; büyük bir çoğunluğunu ilgilendirmeyen kariyer planlarınızdan bahsetmek zorunda bırakırlar, evlilik ve oğluna/bir yakınının oğluna alma imalarına gülümsemek zorundasınızdır. o sırada gayet alakasız olarak küçük kız çocuğu fırlayıverir: "gamze ablanın dudakları ne kadar güzel dii mi?". saçıma, gözüme ve hatta boyuma özenen küçük kız çocuğu gördüm de dudak ne lan?! bacak kadar boyunla sana mı düştü dudağımı incelemek? yerin dibine geçtim, renkten renge girdim, ne diyeceğimi bilemedim yeminle! dudak neymiş?!

* masa başı sohbetlerimiz sülalece eğlenceli, atraksiyonludur demiş olmalıyım daha önce. büyük amcamlara gittiğimiz kahvaltı sofrasında, babamın aklına gelen hınzır bir planı uygulamaya geçirme görevi her zamanki gibi bana verildi: "kardeşimin küçük amcamda olmayan numarasından buluşma teklifinde bulunan bir mesaj atmak." amcamdan çok yengemin tepkisi ilgilendiriyordu beni ama öngöremediğimiz şeyler vardı yine de. hayranlığımı dile getiren mesajımdan sonra olası cevaplar üzerinde geyikler dönmeye başlamıştı bile. derken kardeşimin tuvalete gitmesiyle telefonun tuvalet deliğine düşmesi olayın akışını değiştirdi. yengem, amcamdan boşanma kararı vermiş ve kuzenimi alarak buluşma yeri olarak belirlediğim yerde beklemeye koyulmuştu bile.

* pc başındayken dışarda görünüp iletisine "YOOOKUMMMM! Yazmayın!" yazanlara inat: varım ya da varımdan da yakın!

* ------------- spoiler -------------
ipek'le burak barıştı!!
------------- spoiler -------------

* kızların, yakışıklı(msı) bir oyuncu transfer olduğunda takım aşkının nüksetmesi: bit tüken ne yapıyorsan yap ama gözümün önünden kaybol! ve hatta hiç çıkma karşıma!

* hani ankara'ya öyle yakışırdı ki kar? ankara'ya da kar yağsın artık!

* blog dünyasının bana kattığı iki isim: Ziggy the King ve Magnum Opus. isimlerini bile bilmezken blogtan okuduğum kadarıyla "bizim bi arkadaş" diye bahsederken buluyorum kimi zaman kendimi.

* göze kirpik kaçmış gibi canının yanması ama aslında kaçmamış olması... offf!

* iddia ediyorum: düdüklü tencere kadar korkutan bir mutfak eşyası daha yok şu dünyada!


* ilkokulda sınıf başkanı seçme olgusunu düşünüyorum da, böyle bir ilginç geliyor ama tarif edemiyorum şimdi. anlatınca komik olmayacak gibi geliyor, o anı yaşamış olman lazım sanki.

* kiğılı: sen nasıl bir markasın ya? ömrümü yedin bitirdin! sevdiğim insanlar için en büyük dualarıma malzemesin haberin var mı? allah ne mağazana yolunu düşürsün ne de ismini söylemek zorunda bıraksın. insan bir markadan bu kadar mı çekinir ya? hem sen o isimle nasıl marka olabildin anlamadım gitti!

* aklıma gelmişken bak ne demiş Christopher Morley: "'life is a foreign language,all men mispronounce it."

* ben güzel rüyalara dalacağım şimdi. yazarım yine.

Pazar, Kasım 30, 2008

bana yalan söylediler!

* evet, ben de izledim başlıktan da anlayacağın gibi. Hakkında duyduğum tek şey; ayrılık üzerine olduğu ve ağlattığıydı. E, önlem olarak, selpak da çantamda bekliyordu haliyle. İkinci yarının sonlarına kadar “hani ağlayacaktık” diye söyleniyor, şarkılara keyifle eşlik ediyordum. Tarsus’u ilk defa böyle görmenin burukluğunu yaşıyordum ki son 5 dakika içinde çantama nasıl sarıldığımı ne sen sor ne ben söyleyeyim. Filmin tamamında geçmişim, yakın geçmişim ve şu anımı bulduğumdan gözyaşlarıma hakim olamadım daha fazla. Peki ya geleceğim de bu filmde mi saklı yine?

* kızgın mısın bana seni ihmal ettiğim için? Asıl ben sana dargınım, sen uyu hala! Soruyor musun bu kız neden bu kadar yok diye? Ya da artık hayatıma ne kadar dahil olduğunu düşünüyor musun hiç? Ben sana söyleyeyim; geçen gece, babamın acile kaldırıldığını bilmeyecek kadar yakınsın bana…

* kış da gelemedi bir türlü zaten, yalancı güneş ve Ankara ayazı canımı sıkıyor..

* Buket’le yürüyorduk geçen akşam. Kontenjanın dolması sebebiyle alamadığım Sanat ve Edebiyat Sosyolojisi dersinden çıkmış, Antropoloji bölümünden bir çocuğun Sartre sunumu yapmaya cesaret ettiğinden bahsediyordu. Derken yanımızdan Okan’ın geçtiğini gördüm, “işte o çocuk!” dedi Buket, “kim? Okan mı? Yapar o!” dedim. “adı Bxxxx onun ya” dedi, “olsun yine de yapar” dedim.

* okul-ders dedim de okula mı şantiyeye mi gidiyoruz belli değil. Telefonda konuşuyorum, derse giriyorum; arkada güm bam, hüop, çeeek!, kaynak sesi vs. Tüm yaz boş duran bu okul değil miydi? Ben mi yanlış hatırlıyorum? En kötüsü de kaloriferleri yakmıyorlar, dişimin takırtısından hocayı duyamıyorum.

* yemek yerken yere düşen yemek, ekmek parçası, çatal, bıçak vs. hayattan soğutuyor beni, burnumdan geliyor o yemek, bütün moralim bozuluyor, hevesim kaçıyor, kahroluyorum.

* şarkı söylerken birinin “bu şarkıyı kim söylüyordu?” diye sorması, cevap verildiğinde ise “bırak da o söylesin o zaman!” demesi bit, tüken artık! Yoksa katil olacağım!

* ekmek fırınının önünden geçerken aldığın o koku, evet işte o! Parfümünü yapsalar ya onun, sıkıp sıkıp koklasak mütemadiyen…

* son dönem karşılaştığım ilginç tabelalardan aklımda kalanları:

he canım tekel&kuruyemiş” (telefonla sipariş verdiğini ve adamın telefonu böyle açtığını düşün)
süper manyak bıçaklar!” (derinlerde yatan sadisti teşvik amaçlı)
milli yemeğimiz kuru fasulye - pilav her zaman bulunur!" (kebap gibi hatırlıyorum ya neyse yine de bir gariplik var gibi)

* metro altına konulan Deniz Feneri standındaki bağış kutusunun boş olmadığını gördüm; Tayland’da, havaalanını ele geçirerek çıkarılan isyan geldi aklıma. Ah dedim… ah dedim…

* aklını dağıtmak ve beynini dağıtmak arasındaki ince çizgi…

* bir şeyler düşünürken karşımdaki kişi aklımdan geçenleri biliyormuş gibi “bu arada” diyerek söze başlamam şaşırtmasın seni.

* “boğazında düğümlenen hıçkırık olayım, unutma beni, unutama beni...”
“kıskanırım seni kim bulursa cana yakın, annen bile okşasa benim bağrım taş olur!”
"saçın tenine değse tenini kıskanırım, birine söz söylesen dilini kıskanırım..."

Şarkılardaki psikopatlığa davet ediyorum seni! İşte bizler de bu şarkıları ve nicelerini taa derinden hissederek söyleyenlerdeniz. Sıkıyorsa inkâr et hadi! Bilinçaltı çok acayip şey, hep söylerim. Gün olur devran döner yine söylerim, hep söylerim…

* sene 2000 kaç hatırlamıyorum, lisedeyiz, ders tarih. Hoca, türkü söylemeyi ve dinlemeyi çok seviyor; aramızdan seçtiği birilerine söyletiyor, durduramıyoruz. Ebru gönüllü oldu bu defa ama bir şartla: çok sevdiği bir şeyi söyleyecekti ve bu bir türkü değildi. Hoca yine de ikna olmuştu ve ebru gayet duygulu ve bir o kadar berbat sesiyle başladı, dersin kaynaması uğruna her şeye razıydık. “… ısınıp uyumayı unut, sarılıp ağlamayı da. Günaydın gittim ben!”. hoca aniden parlayıverdi, “höyt bu ne ahlaksız şarkı! Benimle dalga mı geçiyorsunuz?”. Ebru ağlamaklı “olur mu hocam, nerden çıkardınız?”. Yalın’ın tüm art niyetini gözler önüne seren cevap hocamızdan geldi: “ geceyi birlikte geçirmişler ki günaydın gittim ben diyor adam!” o gün bugündür nerde yalın’ın adı geçse şehvetini o bebek yüzünün neresine sakladığını düşünür, ahlaksız der ve tarih hocamı anarım.

* peki şimdi sorarım sana “iyi akşamlar gittim ben!” desem tüm günü birlikte geçirmiş sayılır mıyız? Sen bu soruya cevap verene kadar hoşça kal, ben bir sonraki postumu muhtemelen İzmit’ten yollayacağım sana. Ayrıca “Göt Kuşağı” geliyor, çok yakında blog dünyasında! alakasız da olsa, sen beni şimdilik bu kareyle hatırla, ben beğendim...

Pazar, Kasım 09, 2008

"sürpriz"miş



* dönemin anlam ve önemini bilen yegane insan için sadece, teşekkürler =)

bir elimde gökyüzü var halaaaa!

* nbr? asl pls?

* kış geliyor, şimdiden botlarla haşır neşirim. uff ne biçim de ağırlar yaa! günün yorgunluğunu ayrı, botların yorgunluğunu ayrı atıyorum. o da yetmiyor masa altından mutlaka birinin ayağını eziyorum, sığamıyorum olmuyor! bu dünya ikimize dar...daha bunun atkısı, eldiveni, beresi var. kendimi robocop gibi hissediyorum!

* bak şimdi de sıçrayan çamurlu sular yüzünden kirlenen bacak arkası geldi aklıma! e ama teker teker gelmezseniz sinirlenirim!

* bin bir asansöre, tanımadığın biriyle başbaşa kal, azıcık da paranoyaksan zehrolur sana dünya 3. kata çıkana kadar.

* peki ya içmediğin halde üzerine sinen o sigara kokusu?

* ytrum'da gördüm, ben de soyadım hakkındaki eleştirileri beyan edeyim(!) dedim. facebook'ta bile yazınca 9 sayfa civarında "ben" çıkıyor insanların karşısına. "sayın erdoğan" diye soyadla hitap edilir ya mesela, biri bana öyle hitap etmesin isterim. ama en çok da evlendiği halde soyadından vazgeçmeyen kadınlara hayranlık duyarım. öyle deme! eğer ki soyadın erkek ismi olarak kullanılıyorsa ve baban sabancı değilse bile böyle bir fikir cazip geliyor insana.
misal; soyadım "yılmaz" ya, evlendim ve bu fikri uygulamaya geçirmek istiyorum. oldum mu sana: Gamze Yılmaz Bilmemkimoğlu. bir de kısaltma yapıldığını düşünün G. Yılmaz Bilmemkimoğlu. hobaaaa! (var benim böyle paranoyalarım!)

* nazara inanıyorum. elem tere fiş kem gözlere şiş! (sırf bunu söylemek için yazdığımı mı sanıyorsun bu maddeyi? yanılıyorsun!)

* naftalin kokulu teyzeler vardır bilir misin? nasıl da özdeşleşmişler o kokuyla anlamıyorum! kesinlikle bu dünyaya ait değiller...

* sıhhatler olsun demek cidden zor. sen doğru söylesen de karşındaki saatler olsun olarak anlıyor. pff zaten sıhhıye demeyi de sevmem.. bir de büyük bi' yük var ki hiç sorma...

* bonibonlarla intihar etmeye kalkışmadın mı? nasıl bir çocuktun sen ya!!

* sokak çalgıcılarını dinlerken yüzümde anlamsız bir gülümseme oluşuyor. o anı seviyorum.

* ders 19. yy. Amerikan Düzyazı ve Şiiri, walt whitman'dan bir şiir, kürsüde Trevor Hope, ders başlayalı bir buçuk saat olmuş aralıksız anlatıyor yine. yanımda yunan, arkamda koreli ve bir de -yanlış hatırlamıyorsam- kosavalı bir arkadaşım var. benimse aklım marstaydı sanırım o sıra, dalmış gitmişim. "calamus the latin word" diyor Trevor, "it resembles the word which has the same meaning in Turkish". "kalamar!" diyorum umarsızca. millet gülme krizine giriyor. "it is not as delicious as kalamar" diyor o bozuk aksağınıyla, "it is kalem!". ve ders bitiyor.

* acı bibere dokunduktan sonra ellerin kontrolü neden kaybolur? neden!?

* Tömbeki'de yeni türkü, ezgi'nin günlüğü, leman sam ve sezen aksu dinlemenin keyfi bambaşka!

* bana "hanımefendi" diye hitap eden 1586. kişiye "gerçekten hanımefendi gibi miyim?" diye soracağım. şanslı talihlimiz kim olacak bakalım?

* "nirvana! nirvana!" diye seslendi arkadaşım, arkadaşının arkasından. kızın adı bildiğin "nirvana"ymış!

* atom; maddenin en küçük yapı taşına denirdi ya sonra atom bilmemkaç parçaya bölündü. e şimdi maddenin en küçük yapı taşının adı ne peki? hayır, çoluğun çocuğun maskarası olacağız ondan korkuyorum yoksa bilime adayacak değilim kendimi.

* kırmızı ışık beni ne kadar beklettiyse yeşil ışıkta geçerken o kadar oyalanıyorum, tadını çıkarıyorum. bir yaya olarak kendi çapımda protesto ediyorum. ama neyi?

* feridun düzağaç'ı pek sevdiğimi söyleyemem ama şarkılarının %92'sini beğenerek dinlerim. e bir süre sonra dikkatimi çekti haliyle. bu adamın en acilinden psikolojik desteğe ihtiyacı var. terkedilmek, yalnızlık, unutulmak adamda fobi seviyesine ulaşmış. her şarkının teması da aynı mı olurmuş canım?

* almancayı gramer olarak sular seller gibi bilsem de konuşmak istemiyorum, konuşmam da. çünkü bu dil sade ve sadece hans tipli amcalara yakışıyor. benim gibi miyavlayanlara değil!

* bir de kime hayretle ve hayranlıkla bakarım biliyor musun? en olmadık anlarda cebinden, cüzdanının köşesinden, çantasının derinliklerinden ve hatta kitap arasından para çıkan insana! hele bankadaki parasını çekmeyi unutan insan beni benden alır.. ya da ağzını burnunu kırarım, çok kıskanırsam. ölsem de çıkmaz 5 kuruş bile bir yerden, neyim var neyim yok hepsi cüzdanımda ya da hesaplarımda. o da çalınırsa ayvayı yediğimin resmidir zaten.

* kapanışı da bir tavsiyeyle bitireyim ama şiddetle bir tavsiye. yıllar önce istediğim filme bilet bulamayınca sırf sinemaya gitmiş olmak için izlediğim ama en derinlerden etkileyen bir film: Gönül Yarası.

Çarşamba, Ekim 22, 2008

ben sana küsüm aslında...

* buket uyuyordu, bir şeyler çizittireyim dedim.

* ytrumnoa ile uzun zaman sonra görüştük geçen gün. Buket ve Cansu da vardı yanımızda. Bir tömbeki keyfi sırasında Greenpeace üyesi olarak bulduk kendimizi. “o paralarla ne yemekler yiyorlar!” diyeceksen sen de, kendini yorma. Vicdanım rahat!

* 10 Kasım itibariye vizeler başlıyor. Müjdemi isterim!

* Berkcan, Berkay adında arkadaşım vardı ama "sadece" berk olmamıştı hiç. O da oldu çok şükür. Artık geceleri daha rahat uyuyabilirim.

* lisedeyken bir sabah sınıfın penceresinden baktım, bahçeye koca harflerle “gamze seni seviyorum” yazılmış. Gören gelip söylüyor, müdürümüz de dahil tüm hocalar bunun derdine düşmüş, nasıl sileriz kim yaptı vs. ama yazan kişi bir türlü ortaya çıkmıyor. Bense hissettirdiği suçluluk duygusu yüzünden ilan-ı aşk yapan kişiye gördüğüm yerde nasıl teşekkür edeceğimi düşünüyorum. Derken bu çılgın aşığın yanlış derslik önünü seçtiği ortaya çıktı. O ben değilmişim!

* sofrayı sömürmek ve boş tabaklara bakakalmak = mut-suz-luk!

* mini şortlarım altına dize kadar çorap giyip tsubasa gibi hissederekten balerin taklidi yapmak gibi elit zevklerim var benim! Ve yeni oda arkadaşım bir balerin! ilk defa bu hareketi yaparken birisinden çekinir oldum. Oysa yepyeni figürler katabilirdim… Yazık oldu.

* max payne’e gittim. Cidden berbat bir film!

* son dönem de ilginç rastlantılarla geçiyor günlerim. Unutturma da bir gün anlatayım.

* ilk keman dersim büyük bir hayal kırıklığıyla son buldu. Anca boynumdaki ve sol kolumdaki sancıları ve hatta boyun fıtığını göze alabilirsem çalabilirim kemanı. Harika değil mi?

* evime gelen misafirin telefonu çalsa, arayan kişi nerdesin diye sorsa, o da “gamze’deyim deva bulmam” dese yaka paça kovarım evden, ömür boyu da affetmem.

* Bekler misin benden böyle bir şey? Yok daha neler?

* mermer merdiven desene kendi kendine.

* Hititoloji hocamın kızlara özel bir ilgisi olduğunu ve bu beğenisini evine şarap içmeye davet ederek gösterdiğini öğrendim ve sonrasında girdiğim ilk derste konu şaraba geldi bir şekilde. İlk defa, birisi şarap sevip sevmediğimi sorduğunda bu kadar gerildim! Bir de sürekli “başın dertte!” diyip adımı ağzından düşürmüyor. Sence de başım dertte mi sanki?

* “ben sana küsüm aslında haberin yok!” diyerek dolanıyorum ortalıkta günlerdir ama gerisi gelmiyor. Meğerse bir sezen aksu şarkısının nakaratıymış.

* insanlar, zayıf insanlarda da selülit olabileceği gerçeğini kabul etmeli artık!

* tercihler hakkındaki sığ yorumlara tahammülüm yok, olamıyor artık! Sormadan, anlamadan, dinlemeden boş boğazlık edenlerin boğazına sarılabilirim bir süre sonra, aman dikkat! Okuduğum bölüm hakkındaki zırvalıklara(ve hatta cahilce yorumlara) verdiğim cevaplar sabitlendi nerdeyse de dinlediğim müziği hayat felsefesi ve sabit bir zevk edinmemi bekleyenler dünyanın en gereksiz insanıdır gözümde. Azcık koyu makyaj yap, siyah giyin “götik” diye onlar gibi(!) giyin, takıl “hani sen götiktin ne bu hal?” diye dalga geçerler. İşte ben bu insanın suratının ortasına bir yumruk indiririm! Kimse anlayışlı olmamı beklemesin çünkü onlar da anlamıyor benim korkularımı, kabuslarımı, halüsinasyonlarımı…

* “aşk öldü nasıl bilirdiniz” diyor mavi sakal buralarda bir yerlerde. Sahi nasıl bilirdiniz?

Pazar, Ekim 12, 2008

ahh saçlarım... alev alev yakaaar!

* makul bir giriş yapamadım, aklıma ilk gelen şeyle başlıyorum. bir, iki, üç!

* kediler de peynir yer mi acaba günlerdir bunu sorguluyorum ama bir kediye peynir yedirme girişiminde bulunmadım henüz.

* uyurken yatağın kenarına yattığımda saçlarımın yere değme ihtimaline karşı paniklerdim. geçmiş o günler, alışmışım...

* kendin için alışverişe çıktığında bir şey beğenemezsin ama en alakasız zamanda çok güzel fırsatlar çıkar karşına, değil mi? değerlendir o fırsatları, mutlu et kendini.

* şahsenem vardı, aklıma geliyor bazen, gelme diyemiyorum; ayıp olur gibi geliyor, gelme diyemiyorum; tuhaf geliyor, gel len gel tamam diyorum.

* buket; sohbetine doyum olmuyor, her eve lazım denilen cinsten. paylaşmaktan yorulmuyor, paylaşmaya doyamıyorum. dün gece başbaşaydık, kültürel paylaşım neyim yaptık her zamanki gibi, konu konuyu açtı, gülmekten karnımıza ağrı girdi. çok güldük ağlamasak bari dedim en batıl inancımla. sabaha karşı 5'ti en son, ikimizin elinde de birer mendil... ağlamaktan şişmiş gözlerle uyandım bu sabah.

* direc-t'in Hasret'i özel bir şarkıdır benim için. severim, dinlerim ve her dinleyişimde Frekans'a(CNN Türk'te yayınlanıyordu hala var mı bilmiyorum) çimler üzerinde röportaj verirken bilge'nin üzerine bir köpeğin işeyişini hatırlarım.

* gerilim dolu rüyalar görüyorum son zamanlarda, telefona sarılıp gördüğüm kişiyi arıyorum. korkuyorum, bir şeyler olacak gibi...olmaz değil mi?

* karla karışık yağan yağmurun kararsızlığı içten içe heyecanlandırır beni, yağmura yakalanmak ve karda yürümek sıradan kalır onun yanında.

* fasıl yapmayı özledim!



* ibrahim yüzünden kuaföre gitmekten çekiniyorum emre daha özenli tarıyor saçlarımı ama ibrahim... gözümden yaş geliyor resmen yoluyor saçlarımı. kapıdan girdiğimde göz göze geldiğim ilk kişi o olmasın diye dua ediyorum. sen git emre ilgilensin diyemiyorum, kırılmaması uğruna katlanıyorum bu eziyete. hele saçları yıkaması için ayrı bir eleman almışlar ki kız tırnaklarını kafama gömdü gıkımı çıkaramadım, öyle hevesliydi. okuduğumuzdan anladığımız: kuaförlerle duygusal bağ kurmayacaksın!

* bengü: lolita olarak anılırdı, masumdu sevimliydi. power türk'te yayınlanan bir klibiyle yurt kantinine indikçe karşılaşıyorum. isyan etmeden duramayacağım: ne kaçmış bu kızın içine? büyümek bu mudur??

* fakültemize hüseyin çelik gelmiş. ve tabi ki basın serbest, dolaşıyor orta bahçe'de. bir öğrenci grubu protesto girişiminde bulunmuş. yüzünü görmeye hasret kaldığımız, pek sevgili dekanımız Sekine hanım öğrenciler arasına karışıp uzlaşmaya çalışmış öğrencilerle. basın özgürlüğü sen nelere kadirsin?

* milli egemenlik parkı'ndan geçmeye korkar oldum. çeşit çeşit sapık, tinerci, sarhoş, kibarca telefonunu rica eden hırsız, aşkını saklamaktan çekinmeyen aşıklar(!) mı arıyorsun? gel abi geeel!! dün 2 emo birbirinin bileğini keserek intihara teşebbüs etmiş, ambulansın geldiğini duyan aklı havadalar kaçmış. güvenpark bile gecenin 3'ünde daha güvenlidir, bu söylediğim olaylar ve benzerleri gündüz vakti gerçekleşiyor. ve bu park meclis duvarına bitişik, koruması ise polisler tarafından sağlanıyor...

* yemek masasına oturdum işte,
sindirmek çok zormuş böyle yiyince,
sana afiyet olsun sözüm kalleşce,
masayı sen toplarsın, ben kalktım önce!

* bir gün durakta beklerken biri gelse, aylardır seni takip ediyorum hakkında her şeyi biliyorum dese, sohbet etmeye başlasak etkilensem, gözüme bir perde inse görmesem hiçbir şey, aşık olsam, gel kaçalım çok uzaklara dese, dinlemesem hiçkimseyi kabul etsem, o heyecanla uçak korkumu yensem, atlasak uçağa gitsek bangladeş'e, sonra uçaktan indiğimiz gibi beni bırakıp kaçsa, çok fena g.t(blogumda sansür vaaaaaar!!) olurum...

* hayal kurmaya çalıştım yukardaki çıktı ortaya.

* şimdilik hoşçakalmalısın. öptüm.

Perşembe, Ekim 09, 2008

mastar!! mastar!!

(çağrışım sebebiyle master of puppets eşliğinde dinlenmesi tavsiye edilmek ama bir anlam ifade etmemek)

* duş sonrası aile içi kutlamaya katılmak uğruna saçlarımı kurutmamak,

* ankara yolu boyunca klimaya maruz kalmak,

* hapşırmak, öksürmek, ateşler içinde sayıklamak,

* son zamanlarda daha bir içime kapanmak,

* buket'e kavuşmak, günümü gecemi onunla şenlendirmek, arabesk şarkılarda lirik dans yapmak, durduk yere halay çekmek vs,

* okula gitmek, okuldan gelmek, şaka maka nerdeyse hiç devamsızlık yapmamak, derslerin öğleden sonra olması bana yaramak,

* hasta hasta nargile içmek, manhattan chicken'a bayılmak,

* hititoloji'den seçmeli ders almak zorunda kalmak, ilk dersten hocayla kaynaşmak, şımarmak, mısır'a gelin gitmek,

* kredi kartı limitimi kitap almak için zorlamak, baba buna anlam verememek,

* tam iyileştim derken incecik tişörtle markete gitmek, sonra bahçede saatlerce öylece oturmak, yeniden hasta olmak,

* internetten iyice soğumak,

* telefon rehberimde neden bu kadar gereksiz ve hatırlayamadığım isim olmak? madem aramıyorum e ben onları silmek,

* özlediğim ne çok insan olmak, beni sevdiğini hissettiklerimi daha bir sevmek,

* geleceğe dair yığınla plan yapmak ama birini bile gerçekleştirmek için çaba harcamamak, ne bu boşvermişlik anlayamamak,

* kendimi çok mutsuz ve çirkin hissetmek, aynaya bakmak istememek, fotoğraflarımı yırtmak ve silmek istemek, özetle kendime tahammül edememek,

* bir anda aklıma esip 6. kez korka korka kulağımı deldirmek,

* bazı insanlardan daha bir tiksinmek, bu kadar şeyden sonra bile ikiyüzlülüklere anlam verememek, emo olsam prim yapardım bu zihniyetle diye saçmalamak,

* etrafımda neden bu kadar çok sigara içilmek?

* ilginç ilginç rüyalar görmek , korkmak,

* şimdi hassas bünyeye başlamak, suratımın tam ortasına yumruk atmak istemek,

* işte böyle olmak... sen daha daha nasıl olmak?

Cumartesi, Ekim 04, 2008

dikkat! sadece bir kişiyi ilgilendiren post!

Aufviedersehen’sin sen,

gülümsedim sayende, stv’de 5. boyut, eşek kafa, lemniscus medialis, cisterna ambiens, anatomi mağduru, o da ayrı mevzu içimde büyüyen, cevap niteliğinde entry’sin.

yalnızım be ortağım, a dying wish, gocuman yanaklı gamze, sarsılan değerlerin yeniden kendine gelmesi, de la morte noire, keşke yaşasaydım ve hiç yaşamasaydım arasındaki ince çizgi’sin.

sabah görüp gülersin diye attım, öyle boş beleş bir durum yani mathilda, kebap lazım sana müzeyyen, şizofreninin sınırlarını zorluyorsun barbara, sen benim yerime uyu evangeline, dimmu borgir sorgens kammer, sabahın ilk ışıklarını black metal ile karşılayıp namaz kılmak’sın.

tüm Yahudiler gaydir, waffle kralı, avatar olamayacak fotoğraf, berkcan, death come near me’deki brutal vokal, her şeye sahip görünürken hiçbir şeye sahip olamamaya üzülmek’sin.

ben aslında erkeklerden hoşlanıyorum, turn the page, eşeklik etmiyorum tamam, ben ve benim gibi kabızlar, origin of crystal soul’sun.

taze bir bahar sabahı gibisin, artiz artiz gavur şarkısı, ben ağlarım ikimizin yerine, anti anti-depresan, omg, wtf, gg, bb, bloody kiss, ışınlama makinesi, corruk'sun.

No reason to live for, one reason to die for, zararlı alışkanlıklarla savaşan bilmemne gönüllüsü, waffle arasında çikolataya bulanmış çilek gibisin, öyle kuru kuru metal dinleyerek yaşanmaz asi ol lan azıcık, burger king’te sağdaki ayna'sın.

kimseye geminin burnunda fortlamam kendimi, tükürmeyi de sevmem, titanic’teki sevimli kaptan'sın.

ezikte olsa avea kullanırım, yeni hat alırsan ben almam ona göre, sandman’in popomuza kaçan kumları, ödeneği kesilmiş devlet gibisin, rijit'sin.

iki saniye sabit kalmaya gelmiyor dötün di mi? , kalabalığın içindeki yalnızlık, uyanan ısırma isteği, hamak, gelecekten gönderilmek, öyle yani ikimiz de faulüz, en kısa blog, biliyorum’sun.

life is not the opposite of the death, death is the opposite of birth, life is eternal, foster’ın hayali arkadaşlar evi, joker abinin anlattığı köpek, çevre parametreleri full sosyal açıdan çökmüş sims karakteri gibi'sin.

bu senin kebelekliğin, yoo gay değilim merak etme, flying, ağlamaklı çene hareketi, ayrık vadideki en şişko elf, uykusuz gece, sızmak, lethe, yarı saydam perdenin öteki tarafındaki kahraman, Madagaskar filmindeki aslan'sın, bir numara'sın.

ben böyle değildim, sempatik ne lan ayrıca, hem kötü bir şey çipil, ritmi yakalayan ramazan davulcusu, şaka ile karışık doğruluk payı olan tespit, double kill, meltem tv’deki varis ve hemoroid hattı, melekler şehri angara’sın.

enrich me with the vastness of your being, dokunmatik telefon yüzünden gönderilen boş mesaj, gösterilecek bir şey yok'sun.

sağlam kasa sağlam vücutta bulunur, sakarya’daki adana dürümcüsü, prag’taki jazz kulübü, hesap ödeme kavgalarının daimi galibi, Kocatepe’deki kahvaltı, hürock için alınan kombine bilet, haggard konserini kaçırmak, en uzaktaki en yakın, dark night’ın ta kendisi, berkcan yüzünden geç kutlanacak doğum gününün sahibisin…iyi ki varsın…

Çarşamba, Ekim 01, 2008

kutlu vs. mübarek


* evet bu postta da bayram var.

* bayram kutlu mu olur mübarek mi? her bayram aynı tartışma! şekilci olmamak lazım ama yine de orta yolu buldum ben: iyi bayramlar rulez!!

* bu çocuklar ortaya çıkmak için neden altın günlerini ve bayramları bekler, anlamıyorum...çocuklar tek başına güzeldir ama bir araya gelince tehlikenin ta kendisidir!

* berşan geçen gün, "eee hadi meyveleri getirin artık kızımdaki kız sensin demek, ben de mutfağa girip çay alıcahıdım bardaklar nerde diyen adamım memnun oldum tanıştığımıza" dediğinde "ben, kızım tabakları içeri götür de ablan makineye koysundaki kızım" diyerekten şımarıklık etmiştim. şom ağzımı açmışım da fark edememişim. ablamın özel hayatındaki yoğunluğu bayram trafiğini solladı ve hem servisi yapan hem de makineye bulaşıkları yerleştiren ve hatta makine yetmeyince elimde onca bulaşığı yıkayıp durulayıp ve hatta kurulayan da bendim...

* ulaşılmaz bir insan değilim ben! ulaşılmak istemediğim ve avealılara kontör yetiştiremediğimden bir de avea hat almıştım, daha ilk haftada en çok kaçtıklarımdan birine yakalandım. son günlerde bir de özel numaradan arayan bir sapığım oldu. gece gündüz dinlemiyor, arıyor. bir de arabesk bir şarkı dinletiyor ki bunu en son lisede yaşamıştım. annemle yaprak sarıyorduk, gülme krizine girdik resmen. ellerim yağlı olduğundan havlu peçeteye dolayarak açmıştım zaten telefonu, hızlı kapatamadım da ayıp oldu sapıkçığıma. bozuldu sanırım ve telefonu o kapattı...

* karanfil metro çıkışına yakın bir makarnacı vardı. her fırsatta, bir paket makarna 70 kuruş haşlayın evde hep beraber yiyelim diyenlere inat ytrumnoua ile sürekli gider, iki sos manyağı olarak sosların tadına varırdık çenemizden akıta akıta. bir gün kapandı o makarnacı ve yerine dünya bazaar benzeri bir yer açıldı, hüsranımızı tahmin edemezsiniz. acaba başka bir yere mi taşındı düşüncesinde olan ben gittim, bazaardaki tezgah sahiplerinden birine sordum. adamın verdiği cevabı aynen yazıyorum:" valla han'fendi biz buranın işletmecisiyiz, bu işe giriştik ama çok isterseniz, biz hala, arada sırada yukarda haşlayıp yiyoruz kendimiz, siz de buyrun!"

* dışarda yağmur yağarken en yumuşağından ve ısıtanından bir battaniyeye sarınıp tv karşısında tembellik yapmak... hangi çılgın bu keyfe hayır diyecekmiş şaşarım!

* ziggy'nin bloguna her uğrayışımda havaalanları daha bir cazibe kazanıyor gözümde ama uçağa binmekten çok feci korktuğumu hatırlıyorum. ben hiç uçağa binmedim.. bir de trene binmedim. uçak neyse de trene hiç binmemiş oluşumu insanlar yadırgıyor.

* saçlarımı bu defa cidden fazla kestirmişim, kuruntu yapmıyormuşum. insanlar farkediyor :( uzunluk ölçü birimi kavramlarımı gözden geçirmeliyim...

* çok fazla su içince böyle derinlerden bir yerlerden bir lıkırtı geliyor ya işte o an kendimi su doldurulmuş balon gibi hissediyorum.

* oldum olası cıvıl cıvıl giyinmeyi sevmezdim. bu insanların tabiriyle "gotik" olmam için yeterli bir eğilimi destekliyordu sanırım ve ben farkında olmadan kıyafetlerimi hep siyah seçmeye başladım. öyle günümüz gotikleri gibi fileli çoraplar, dantelli etekler olmasa da siyah giyiniyordum işte ve koyu makyajlar yapıyordum. geçen mayısa kadar da bu böyleydi. o dönemde, uzun zamandır yaşadığım psikolojik rahatsızlıkların tetikleyicileri olabileceği ihtimali üzerinde durdum ve cıvıl cıvıl olmasa da renkli bir şeyler almaya başladım, makyaj yapmayı da bıraktım ve büyük bir etkisi olduğunu farkettim. bluzum, ayakkabılarım siyah olsa da kot giyiyorum ve bu kendimi rahat hissettiriyor...

* geçenlerde caner'leydim. ytrumnoua aradı ve atlas deneyinde yanlış giden bir şeyler olduğunu, 2 saat içinde büyük bir patlamayla dünyanın yok olabileceğini söyledi. ilk anda inanmasam da şahsının "işletme" üzerinde yaptığı doktorayı bir anda unutarak sazanladım. "gel de son saatlerimizi birlikte geçirelim bari" dedim. tabi geldiğinde itiraf etti gerçeği. sonradan farkettim de aklımdan ailem ve benim için değerli olan birkaç kişi geçti ama sadece yapmak istediklerim ve yapacaklarım vardı diye hayıflandım caner'e ve hiçbirini aramadım... ama neden?

* ilkokuldan bir arkadaşım vardı, gayet içekapanık, bööhh desek en farkında olduğu anda bile korkacak biriydi. facebooktan bulmuştu beni ve msn'den eklemişti. yeniden görüştüğümüze çok sevindim canım yaa gibisinden bir cümle kurma gafletinde bulundum. o benim nerden canım oluyormuş bir daha ona canım cicim demeyecekmişim hiç hoşlanmazmış böyle şeylerden... bildiğin ağzıma s.çtı! canına...

* hassas bir bünyeye sahibim ve kendimi bildim bileli hastaneler, okuldan ve evden sonra en çok vakit geçirdiğim yerler olmuştur. trombositopeni(uzun yıllar başbelası olmuştur kendisi), boyunda ve sol kolda kas spazmı, hipotansiyon, çeşitli mide rahatsızlıkları, neredeyse tüm kış boyunca süren faranjit, bronşit, nefes darlığı, böbrekte kum, taşikardi, psikosomatik yüzünden dönem dönem ortaya çıkan çeşitli rahatsızlıklar... ve son zamanlarda şiddetini artıran bel ve sırt ağrıları, çene ekleminde sancı ve zaman zaman kitlenme, diş ağrısı...küçükken annemler götürürdü doktora ama ben sürekli erteliyorum ne olacak bu halim bilmiyorum, çok çaresizim doktor bey!

* kıyafetlerin ense kısmındaki markalar...kafam bozulursa keser atarım affetmem!

* en zor anında en çok ihtiyaç duyduğun kişiye ulaşamamak=mutsuzluğun ve çaresizliğin 5'e katlanması...

* arada aklıma çok ilginç fikirler geliyor, paylaşmam gereken kişiyi/kişileri belirliyorum ve bunları erteliyorum. mesela geçen gün tutabilecek bir website içeriği geldi aklıma, taci'ye söylemeliyim dedim ve ertelediğim için unuttum yine. belki de milyonlar kaçırdık...

* paradan 6 sıfır atılması olayı kalıplaşmış birçok kullanımı çekip aldı elimizden. mesela yukardaki maddede eski parayla "milyarlar" diye bahsedecektim miktardan, ama binlik kulağıma pek hoş gelmediğinden, yeni parayla milyon kazanamayacağımızı bile bile milyonlar dedim ve bunun uğruna size yalan yanlış şeylerden bahsettim.

* hediye almak zor zanaat, hele kalıcı ve özel bir şeyler olsun istiyorsanız. ve de özel bir ilgi alanı olmayan ve seçici biriyse iş daha da zorlaşır. uykuları kaçar insanın...

* zaman zaman kendimi eşyaların ya da yiyeceklerin yerine koyuyorum. bir koltuğa kilolu biri oturunca içi tıka basa dolu çelik kasa valizi kucağımda taşır, yastıklar eğlence amaçlı savaş uğruna kullanılınca yerden yere vurulmuş, ayakkabıların arkasına basılınca ayağıma basılmış, diş macunu tam ortasından sıkılınca tıka basa dolu mideme yumruk atılmış ve kusmuşum gibi hissediyorum. hele o meyve ve sebzeler buzdolabında üşümüyor mu ya da hallerinden memnunlarsa biz dolabın kapağını kapatınca parti falan yapıyor mudur diye düşünmeden edemiyorum.

* sağ tarafta bir yerde okurken iyi gider başlığı altında oluşturduğum bir playlistim var, imeem bozulduğundan beri bir işe yaramıyor kendisi ve ben bloguma her uğrayışımda onu oradan kaldırma planları yaparken unutup gidiyorum. şimdi yine aklımda bu yazıyı bitirip onu oradan kaldırmak var ama unutacağım!

* ayrıca okurken bloğum diyip yazarken blogum diye kullanmak dikkatimden kaçıyor sanma!

* mısır ve patatese bayılırım. içinde mısır ve patates olan her şeyi yerim diyip duruyorum ama getirseler önüme en dandiğinden bir yemek, yemem! adım gibi biliyorum.

* bir matematikçilerin x'i bulma sevdasını, bir de borsacıların ellerinde bilimum iletişim aracı bağıraraktan ne yapmaya çalıştıklarını hiç bir zaman anlamayacağım ya da anlamak istemeyeceğim sanırım, aynı ofsaytı anlamadığım ya da anlamak istemediğim gibi...

* pişmaniye ve saray helvası aldım birer kutu, bolçiyi de bolu'dan alırım. isteyen varsa cuma'ya kadar söylesin ya da bir sonraki izmit seferine kadar sussun!

* geçenlerde anıl icetea üzerinde de soğuk içiniz ibaresi olması gerektiğini söyledi, gerçekten var mı yok mu dikkat etmedim ama yoksa bu üreticilerin köküne kibrit suyu diyerekten başlarım ben, ingilizce bilmeyen tüketici neden düşünülmez ki? (bkz: birilerine çatmak için fırsat aramak, bahane uydurmak)

* gittikçe huysuz biri mi oluyorum ne?!

* şekerin çaya atılınca kendiliğinden erimesi, pudingin ve krem şantinin çırpıldığında koyulaşması, ne bileyim böyle çeşitli doğa olayları derken varlığı sorgularken buluyorum kendimi...

* düşünceler ve isteklerin çelişmesi...buna nefis deniyor. kararlarımı uygulayabildiğimde kendimi iyi hissediyorum ama bazen de hiçbir şeye aldırmadan isteklerimin peşinden koşacak kadar hırslı olsam ve mantıklı olanı yapmaya çalışmasam diyorum, engel olamıyorum...

* ha bir de...ya da neyse...

Pazar, Eylül 28, 2008

bayramdan bahsedilmeyen bir post

* izmitteyim yine, giderken buralarda bir yerde kaybettiğim mutluluğu arıyorum umarım dönene kadar bulabilirim.

* ankara'ya gelen kıştan(!) sonra burası cennet gibi geldi. çiseleyen yağmur, ılık esen rüzgar, deniz havası...ve kıymalı pide yaptırmak için fırına giden ben...

* annem, annem olmasaydı yine severdim onu.

- ay alemsin anne yaa!
+ alem buysa kral sensin!

--------------------------
sahura uyanmış, gözleri yarı açık dolap kapağını açmaya çalışmakta:

- uff ne vardı şu dolapların kapaklarına da birer sensör taksalar dokunmadan açılsa hem el izleri kalmasa...

yirim valla...

* adam, çeklerini bozdurmak için bankaya gider. müdür, kimliğini ister. yarım saat sohbetle geçer, derken 5-6 polis içeri girer. polislerin arasında tanıdık vardır, adam selam verir, ilgilenmez ama polisler onun için gelmiştir. ifade vermek için şubeye götürmek isterler. sebep; iş karşılığı aldığı çekin karşılıksız çıkması. müdürün gizlice polis çağırmasına sinirlenen adam: "ergenekon davasına çevirdiniz bu işi, nedir bu entrika, aksiyon anlamadım ki!"

işte o adam benim babam! onu da yirim :)

* uyumak bir sanattır! yok ya sanat değil de güzel bir şeydir işte. herkesin kendini rahat hissettiği bir pozisyon vardır mutlaka ve öyle uyur. ben de duvara mümkün olduğunca yakın ve yüzüstü uyurken huzurluyumdur. ama bazı geceler diğer tarafa döneyim derken ne tarafta olduğumu karıştırır ve duvara kafa atarım. evet acıyor ama o an pek aldırmıyorum. uyku dediğin çok tatlı, yenecek bir şey olsa onu da yirim, affetmem!


* ayrıca zamansız ve usülsüz uyandırmalardan pek hoşlanmam, kimi zaman canavara dönüşebilirim. genelde bir şey söylemem, ters ters bakarım; bakışlarımla delerim yani, mahmur mahmur bakmam, bakamam! bu sabah zil sesiyle uyandım, halbuki uyuyalı daha 4 saat bile olmamıştı. evde tek başıma olduğumdan kapıyı ben açtım haliyle. apartman görevlisi merdivenleri silecekmiş, ıslanmasın diye ekstreleri elden teslim etmek istemiş. işin mantığını anlayamadım, nasıl ıslanacak ki yani? sustum... bakışlarım fena delmiş olacak ki uykunuzu böldüm herhalde hay allah diyerekten bir şeyler geveledi, yine de teşekkür ettim kapıyı kapattım ve doğru yatağa koştum.

gün ışığında uyumanın zorluğu da bambaşkadır hani. yastığın altındaki yapay karanlığımda uykuyu bulmuş ve tekrar sızmıştım ki zil yine çaldı. elinde bez, şaşkın bakışlarla gözümün içine bakan görevli: "keşke kalkmasaydınız buraları siliyordum da elim çarptı zile..". zili silmesinin mantığını ve zil çaldığı halde neden kalkmamam gerektiğini anlayamadım, sustum ve yatağıma koştum.

yarı uyanıktım, zilin bir kez daha çalmasıyla kapıya koştum bu defa gelen babamdı. bakışımı kaldıramayacağından ve tartışmak istemediğimden tekrar yatağa koştum. "hadi alışverişe gidelim" dedi fırladım yerimden. usulüne uygun uyandırmak diye buna derim ben!

* yine de babaların erkek olduğu unutulmamalı ve başbaşa alışverişe çıkılmamalı. iddia ediyorum: her şeye "harika oldu yaa çok yakıştı" demek, içgüdüsel bir şey, engel olamıyorlar!

* alışveriş sonrası mutfağa girip baba&kız co-production bir de yemek yaptık ki parmak yedirtecek cinsten!

* ytrumnoua ile bilinçaltlarımıza indik dün gece. sayesinde hafiften de olsa göbeği olan erkeği neden samimi ve güvenli bulduğumu keşfettim: babamın göbeği.

* arog ne zaman vizyona girecek diye ortalıkta dolanmaktaydım ki imdadıma yine ytrumnoua yetişti, 4 bölümden oluşan teaserlarını izledim. 5 aralıkta sinemalardayız! tabi bilet kalırsa...

* dtcf'de okuyanlar bilir uçak, helikopter, tren, otobüs ve bilimum araç sesiyle(vapur hariç) dersler bölünür çoğu zaman; 5-10 saniye boyunca hoca sesini duyurmaya çalışır, uyuyanlar uyanır, gülüşmeler olur, bir canlılık gelir sınıfa. ama gürültü sonrası esprilerin bittiği anda her şey rutinine döner. işte o an kasvet sarar dört yanımı ve alpay erdem'in tabiriyle: işte bu beni çok hüzünlendirir.

* bbg geliyor aklıma, ne fırtınalar kopardı. erayistler mi ararsın(evet tanık oldum adamlar kendini erayist olarak adlandırıyordu ciddi ciddi) melih hayranı ayılıp bayılanlar mı? eray bilgili, akılcı, kaprisli biriydi; melih ise şımarık, sempatik ve genç kızların sevgilisiydi. of deli gönül tarık vardı bir de. izlemezdim ama bilirdim, en azından aklımda böyle kalmışlar. sonucu çok net hatırlıyorum: genç kızların sevgilisi rulez!!

bir de popstar geliyor aklıma. engelli olmasına rağmen aday olarak seçilen serkül vardı, adını külhan olarak hatırladım. şarkısı vardı bir de, hani şu yüreklerimizi dağlayan, google yardımıma koştu.

"orda mıyım orda mıyım birtanem?
o eskiden söylediğin yerde miyim?"

firdevs vardı, pavyonlara düştüğü söyleniyor şimdi. abidin vardı sonra, tarkan benzerliğiyle ilgi çekmişti, ankara'da my way'de sahne alıyordu geçen sene, şimdi ne yaptığına dair bir fikrim yok. ve bayhan'ı unutmamak lazım! Unchained Melody'nin muhteşem(!) yorumcusu...

hey gidi diye ben buna derim! adamlar piyasada yoklar ama hala hatırlanıyorlar...

* smiley'e smileyleyley demeye bayılırım smayli demeyi pek sevmem. karşımdaki kişinin gönderdiği smileyi gerçeğe uyarlar ve yüzünü hayal ederim. işte bu beni en çok eğlendirir.

* "save the world before bedtime!"
powerpuff girls'ü sever miydin sen de?


(sol baştan: buttercup, blossom, bubbles)

* or-an ne biçim bir isim, özenle mi seçmişler ne! trt'de staj yaptığım dönemde soranlar oluyordu "trt nerde" diye cevabım: "or-an'da" oluyordu. böyle garip tepkiler, geyikler... sorma sorma ne zor günler geçirdim ben...

* bazen söylemen gerekenler vardır ya da söylemek istediklerin ama susman gerekir. çünkü uyulması gereken yazısız kurallar vardır, kötü çocuk/kız olmamak için onlara uyman gerekir. hay toplumuna da etiğine de diye sövesim gelir ama susarım kötü kız olmamak için...

* sustum, tıp!

Perşembe, Eylül 25, 2008

balad

güzel mi gülüyorum dersin? ya da ne kadar yakışıyor bana gülmek? gülmeyi unutmadım hiç, ara verdiğim olmuştu çokça, ondan bu eğretilik biliyorum. hayır, silme! bırak kalsın gözümün ucundaki o damla. insan ağlamayı unutmamalı ve hatta hep hatırlamalı diye saklıyorum onu orada, zaten gülerken bile düşecek diye korkuyorum. yanağımdan süzüldüğü anı seviyorum en çok, o kadar sıcak ki parmağımın ucuyla dokunduğum anda mutlu oluyor soğuktan uyuşmuş ellerim. o yüzden ağlamak da güzeldir, hem de soğuk bir gülümsemeden daha fazla.

gözyaşını tattın mı peki sen? tuzlu derler ya hep yanılıyorlar bence. gözyaşının tadı her zaman aynı değildir. hüznün ne kadar ağırsa o kadar yakar ve en çok ölümde acıtır çatlayan dudaklarını. mutluluktan ağladın mı hiç? işte o an tadı olmaz gözyaşının. sessiz gelir mutluluk gözyaşları, boğazın düğümlenmez, ateş sarmaz bedenini ve yakmaz dudaklarını, yanaklarını. o yüzden hatırlamıyorsun mutluluktan ağladığını. bir düşün!

kaç mezar taşına dokundun? ben saymadım hiç, kiminin mezar taşı bile yoktu, mezarı olmayanları da gördüm hatta. bazen bu mezar taşları geçer gecelerimden, titrer gözümün ucundaki o damla. hepsini o kadar erken tanımasaydım derim ama her geçmiş gün gibi o günleri de değiştiremem ki...

bıraktım bu gece mumların ışıkları süzülsün odamda ve geçmesin o mezar taşları da. gölgelerin dansını izlemek yeterince sarhoş ediyor, bir yandan kendimi en huzurlu hissedeceğim yeri hayal etmeye çalışıyorum. neresi olduğunu da bir bilsem! annemin dizleri ve babamın göbeği uzaktaymış artık, büyümem gerektiğini hatırlatıyorlar. ama niye? bilmek istemiyorum... aynaya bakıyorum, gözlerimin içine. belki oralarda bir yerdedir, çoktan gözlerime değmiştir ve ben dünyayla tanıştığım gün ruhuma bulaşan ve bir türlü üzerimden atamadığım o şaşkınlığım yüzünden fark edememişimdir yine...

aklımın kuytularında çalan şarkıyı duymanı isterdim. dans etsen benimle... ya da dokunsan saçlarıma! ya da dur dokunma! çınarların gölgesinde yürüyelim seninle, rüzgar tararken saçlarımı. o an o kadar özgürler ki sen de mutlu olursun biliyorum. işte bu yüzden ben en çok rüzgarı seviyorum.

hatırlar mısın diye sorma bana artık. hatırladıkça çirkinleşiyorum ve daha bir belirginleşiyor yüzümün çizgileri. soru sorma bana bu gece. bırak da ben anlatayım ne az ne de kendimden daha fazla. suskunlukla haşır neşirim şu sıralar kendimle başbaşa kaldığımda. aklımın odalarında oyun oynuyor düşünceler. bak işte burada, en gencini biraz önce dünyaya getirdim. bu ne şımarıklık! kapıları çarpa çarpa, ordan oraya oyun mu olurmuş hiç?

ya da bir dakika! benimki de laf mı şimdi? sen de hiç söylemiyorsun. yarın olgunlaşınca hiçbiri oynayamacak ki bir daha. bir zamanlar çocuk olduğunu unutmak diye buna denir! her akşam salıveriyorum aklımın odalarına hepsini, sonra kızıp duruyorum. ya da şımarıklık mı benimki de? ama nefes aldırmıyorlar ki kendime geleyim...

günler geçiyor değil mi? gittikçe yoruluyorum, bak ellerim de titriyor. doğrular ve yanlışlar içiçe ama sanki doğruya koşuyorum, değil mi? peki ya en doğrusu? yine yalnızlık mı dersin? bilmiyorum...


peki, bir şarkı çalıyor aklımın kuytularında, duyuyor musun?

Salı, Eylül 23, 2008

tık tık tık iyi günler

* geldim, geldim. çok uzakta değildim zaten, gerçi bu seni ne kadar ilgilendirir bilemem... gezinmekteyim bol bol ve de okula gitmekteyim sıkça. ne kadar fazla açık hava o kadar çok tespit, bir de aklımda tutabilsem... kendime bir not defteri alsam mükemmel olacak.

* kitaplarla fazlaca haşır neşirim şu sıra. limitlerimi kitap için zorlayacağımı tahmin bile edemezdim. kitap okumaya bayıldığım söylenemez ama konsantre olma sorunumu aştım sanırım ve okumaktan keyif alır oldum. sıkıntıdan entellektüel olacağım diyorum, mümkün mü ki?

* shakespeare dersi sağolsun, romeo ve juliet'i okudum geçen baştan sona. romeo 17 yaşında, juliet 14'üne girmek üzere olan iki ergenlik dönemi mağduru, iki düşman aile çocuğu efendim. romeo bu düşman aileden bir kıza deli divane aşık ağlaya ağlaya gecesini gündüzüne katarken yine o aileden juliet'i görür görmez ona aşık olur(!). ertesi gün evlenirler ve olaylar gelişir. şimdi sorarım: bu mudur yıllardır romeo ve juliet benzetmelerine sebep olan o büyük aşk? hadi juliet cahil ama romeo'nun yaptığı nedir? nasıl tırt karakterler bu gözümüzde büyütülen? ama eserden yapılan alıntıların 7 yıllık bir ilişkiyi sarsılma döneminden yükseliş dönemine geçirdiğine tanıklık etmişliğim var, edebi açıdan hakkını yememek lazım!

* yurtdışına kaçmak denince aklıma hep avrupa'ya kaçmak gelir. ama kaçmam gerekirse amerikaya kaçarım büyük ihtimal.(şaşırtmacalı madde olabilir!- o gün gelsin düşünürüz)

* hayali uzaylı arkadaşım var benim!

* dolmuşa, otobüse binersin ya hani güneş gelir böyle oturduğun cepheden. yer değiştirirsin, tam o sırada araç cephe değiştirir. güneşten kaçılmıyor ya da ben kaçamıyorum!

* ama yağmurdan kaçmak istemiyorum ben. hasta edecek kadar fazla yağmıyorsa kaçmam zaten. sen de kaçmasana lütfen!

* de facto'nun reklamlarını gördüm bugün. akdeniz modası, jean amerikan şalvarıdır diyor. şalvar kötü bir şey mi yani? hayır eğer karalama, ezme politikası uygulayacaksan sen de, adam gibi malzeme bul kendine!

* hani şu kışın geldiğini belirleyen kişi sana sesleniyorum, umarım blogumu okuyosundur: giy şu montunu, ben çok üşüyorum!!

* "iyi ki erkek değilmişim!" dedi ayşe, "aa niye ki?" dedim. "düşünsene bir kızla çıkmak, evlenmek zorunda falan kalacaktın!" dedi. durdum, derin deriiin düşündüm.

* tıh tıh tıh eyi günler sözleri yankılandı bir anda zihnimde, araştırdım neyin nesiydi diye. yapı kredi'nin reklamından bir hatıra çıktı karşıma

* gün içinde gördüğüm amcaların telefon zili onlara sempati ya da antipati duymama sebep oluyor. berivan, mihriban, ağrı dağın eteğinde vb. melodiler çalıyorsa korkarım ben o amcadan. ama klasik nokia melodisi ya da ne bileyim mevcut melodiler çalıyorsa gülümserim gözlerinin içine baka baka.

* jon olsam satanist olabilirdim. adamı hayatından bezdirdin! çekilir çile değilsin be garfi!(isimde kısaltma yaparak samimi olma çabası)



* spor amaçlı da olsa ulu orta tayt giymemeli bir erkek! böyle ne güzel binmiş bisikletine, kafasında kasketi, gözlüğü, sırtında çantası...ama o tayt ne ya? spor yapmanın zor bir yanı mı olmalı illa?

* postiş çok eğreti duruyor ve bunu farkedemeyen kadına kızıyorum ben! yapmacık olmamak lazım yapmacık!

* kışın en ama en sevmediğim yönü ellerim ve burnumun bir türlü ısınmaması değil dışarı çıkınca üzerine bir şekilde sinen is kokusu...

* yabancı bir insanın türkçe bilme ihtimalini unutmamak lazım! nasıl olsa türkçe bilmiyordur diye düşünmeden konuşan insan ürkütür beni...

* ankamall falan hikaye panora şahane! gittim bizzat keşfettim elif'le. bir kere içinde comics&cartoons var.

* yalnız alışveriş merkezlerindeki o şeffaf asansörler yok mu? hele atakule'deki...uff içim bir tuhaf oluyor.

* üniversite tavlası oynadım ilk defa. yendim ve beğendim. yine olsa yine oynar yine yenerim :)

* yağmurluk diye aldığım şeyin kapüşonu olmadığını yağmur yağdığında farkettim. bilinçli tüketici(!) diye bana, o kıyafetin kapüşonu olanına yağmurluk denir!

* şimdi gideyim de yine gelirim. sen de bil bakalım bu dörtlük kimin?

"İki tür nokta var
Biri önüne ve ardına bakar,
Biri ardına bakmaz,
Ardını noktalar."

Perşembe, Eylül 18, 2008

yağmur duası

* dün gece yatarken yağmur yağsın diye dua ettim öyle yattım. sebep; yeni bir yağmurluk almış olmam ve bunu giyme isteğim. duamın hiç bu kadar hızlı kabul olacağını düşünmemiştim. en son saate baktığımda 3'e geliyordu, hala uyuyamamıştım. tam sızmışım derken bir gök gürültüsü ile yerimden sıçradım. odada kimsenin olmayışı gündüz vakti bile gök gürültüsünden korkan bu bünyeyi daha bir ürküttü haliyle. sersemliği üzerimden attım ama kafamı yastığın altına gömmem bir işe yaramadı. uff ne geceydi ama!

* bir kez daha: facebook sen nelere kadirsin! en yakın arkadaşım dediğim kişinin hayatına giren kişiyi bile sayende öğrendim. 2 hafta olacak hala kendisi söylemedi. hayırlı olsun diyorum buralardan biliyorum ki blogumu da okumuyorsun canım arkadaşım...

* zayıflamışım öyle diyorlar, halbuki ben kilo aldım diye sevinmekteydim!

* kedi ya da köpekleri pek sevmem yani korkarım ama yavrularına bayılırım. kaç zamandır sevmek için petshoplara sürüklüyorum yanımdakileri de. bugün erkan'la,selin ve taci'nin yeni kedileri, hasretimi giderdim. sinirleri bozukmuş şu sıra, ellerime tırnaklarını gömdü birazcık ama dudaklarımı büze büze böyle hanimiş de hanimiş diye diye en şapşal halimle sevdim de sevdim.

* barış akarsu vardı ya ölmüştü ya... aklıma geldi şimdi...

* taksi şoförlerinden bana denk gelenlerinin genelinin benim yaşlarımda okuyan kızı ya da oğlu var mutlaka! ilginç geliyor, gelme diyemiyorum...

* - bak bakayım gözlerime?
+ efendim?
- ooo lens değil bunlar! kaç yaşındasın bakalım?(at beğeniyor maşallah bir de cinsimi sorsa)
+ 20 dolmak üzere.(20li yaş kompleks belirtisi)
- ben de seni 17 yaşındaki oğluma alırım o halde.(gevrek bir gülümseme)
+ pardon?(dumurlardan dumur beğen)
- korkma korkma kayınbaban zengin adamdır!(ve yine aynı gülümseme)

işte bu da kendi kuaförümün kapalı olması üzerine gitmek zorunda kaldığım kuaför sahibiyle aramda geçen diyalog. insanlardaki bu cesaret şaşırtıyor beni, yok böyle bir dünya!

* hani cennet mahallesi diye bir dizi var ya gerçekte de var öyle bir mahalle ve öyle insanlar. film değil, şaka değil. kendi modaları, kendi kuralları, kendi tarzlarına sahipler ve çok da eğlenceliler.

* "düttürü leyla"yı annelerin kullandığı bir tabir olarak bilirdim. tdk tarafından kabul görmüş bir kullanımmış meğerse. vay dedim güldüm.

* kargaların korkuları neye göre belirlenmiş de o korkuluğa şekil verilmiş ki acep?

* geçen gece seni gördüm rüyamda, görüştüğümüzde söylemeyi unuttum. ne gördüğümü hatırlamıyorum ama hayır olsun!

* on yüz bin milyon baloncuk'lu reklam senelerce unutulmasın!

* ruffles maksimum'un gözümdeki karizması ben biftekli cheetos'u görene kadar!

* "seni lapacı seni yıkamacı yağlamacı" diye bir şarkı vardı ya...şimdi de "isim neydi çıkaramadım...bebek'te 3-5 tur atarım" diye şarkılar var ya...insanların eğlence anlayışı var ya ah var ya...

* çok odaklanamadan yazdığım en genel yazılarımdan birinin daha sonuna gelmiş bulunuyorum. vaktiyle çat diye bitirmişliğim var bir yazımı, bugün de pat diye bitiresim var. pat!

Çarşamba, Eylül 17, 2008

ankara kaçtı gözüme!

* hızlı başladık döneme ve bir o kadar bunaltıcı. şimdiden sınavda ne yapacağım diye düşünmekteyim ve uykularım koşar adım kaçmakta benden en uzağa...

* yurda geldiğim ilk gün, sabahın 6.15'inde hadise'nin hadi deli oğlan hadi belime dolan adlı güzide parçasını takiben jennifer lopez'in let's get loud adlı nostaljik şarkısıyla uyandım. ve elbette ki ağır parfüm kokuları ve fön makinesinin o dinlendirici sesi... işte erkeklerin hayaliyle yatıp kalktığı kız yurdundan manzaralar...

* yalnızım odamda, benim yatağım ve dolabım hariç diğerleri boş...en az pazartesiye kadar bu böyle sürecek...yalnızlığı seviyorum ama tek başına yaşamak bana göre değil. er geç, eve yalnız çıkmak düşüncesi beni korkutuyor...bir yandan da bu düşüncelerle boğuşuyorum.

* yapacak bir şey bulamadım, saçlarımı kestirdim!! hay bu kadınsal içgüdülere...

* akşam vakti güvenpark'ta durakta bekliyordum. bir çifte takıldı gözüm. kızın sırtı bana dönüktü, beline kadar uzun, turuncumsu sarıya boyanmış saçları vardı, şu otantik çantalardan takan entelimsi metalci abla mode on! çocuk da gitarı ve upuzun açık kumral saçlarıyla isveçli metalci abi tipinde, babyface, bir o kadar karizmatik. günümüz marjinal görünen ama sıradanlaşmaya karşı koyamayan bir ilişkiye sahiptiler belli ki. kız ellerini iki yana açarak ve kafasını sağa sola sallayarak hiç susmadan konuşuyordu. çocuk tam cevap verecek...yok yok fırsat bile vermiyordu. beklemekten sıkılmıştım ve yerimde duramıyordum, sürekli göz göze geliyorduk genç kızların sevgilisi tipli arkadaşla. kız kıl payıyla da olsa haklıydı bence ama dır dır yaparak tüm haklılığını yitiriyordu. oysa metallica konserinin efsanevi atmosferinde yaşadıkları o heyecanlı anlardan bahsetseler tüm problem yitip gidecekti belki de. 20 dakika süren bekleme sürecinden sonra geldi otobüsüm ve bindim. 2.48 dakika sürecek 2 duraklık yolculuğuma hazırlanırken karşılaştığım en bıkkın bakışlardan biriyle göz göze geldim. romeo abiye aitti bu bakışlar. çaprazıma oturdu. juliet'i yoktu yanında. "kız haklı!" demek istedim birden, sustum. penceredeki yansımalardan göz göze geliyorduk yine, bu sırada bitti yolculuk. inme vaktim gelmişti, aynı anda ayağa kalktık, bir de komşu çıkmıştık..."kız haklı" demek geldi içimden yine, sustum. indik otobüsten, ben caddenin bir ucuna doğru yürüdüm, o diğer ucuna doğru yürüdü. döndük ikimiz de baktık arkamıza, göz göze geldik. "sıradanlaşmayın siz de!" demek istedim, sustum...

"modern zamanlarda aşk dipdidudidururu mudur?"

* güvenpark'ta beklerken yaktığı sigarayı, beklediği otobüs gelince yere atan insanlara ceza uygulansa elde edilen gelirle epeyce bir şey yapılır. ama isviçreli bilimadamı olmadığımdan yaptığım araştırmalar ne kadar geçerli olur bilemem.

* yeni insanlarla tanışıyorum yine, güzel şeyler katıyorlar günlerime. başka hayatlar, başka hikayeler...

* süprizin kralını yaptı ytrumnoua, ankara yollarına düştü bile.

* ankara'daki travestilerin özellikle cinnah caddesi'ni tercih etmelerinin sebebi nedir ki acep, bileniniz var mı?

* keman kursunu kaçırdım diyordum, kayıtlar uzatılmış sevinçten havalara uçtum tabi. elimdeki programa uyarsa koşar adım gideceğim.

* ankara'nın havasına başlayacağım ha!! o kuru hava gözlerimi bıçak gibi kesiyor adeta! sürekli ağlıyorum!

* bilen bilir, konur sokak liseli emolarıyla meşhurdur. bir kuaför gördüm konur sokak'ta: "emo saç kesimi yapılır" yazıyor duvarında!

* gülesim var ama hiç komik şeyler söyleyesim yok ve hatta konuşasım yok. içten içe bir durgunluk var bende, sezdin mi?

* ha bir de 3 aylık avea macerama son vereceğim sanırım. turkcell de 500-5000'e karşı 300-3000 mesaj uygulamasına geçmiş. her koşulda turkcell rulez!

* "en son yanağıma yaklaştığında söylemiştim sana,
bana yalnızlığımı unutturacak kadar yaklaşma
." kendi kendime bunu tekrar eder oldum son zamanlarda. özdemir asaf gibi bir adam daha gelir mi ki şu dünyaya?

* sonbaharın etkisi değil bu adım gibi eminim. paranoyalarım ve depresifliğimle yüzleşmekteyim...pek içaçıcı olmayan yazılarımla yine gelirim...

Pazartesi, Eylül 15, 2008

yaşamak mı dersin?

"bir gün yüksek bir yere çıkıp konuşmaya başladım. doğumdan, yaşamdan, sevgiden, ölümden söz ettim.
sevgi, sevmek sizin elinizdedir. oysa öbürleri elinizde değildir, dedim..
doğmamak, ölmemek sizin elinizde değildir, dedim.
sevgisiz yaşamak yaşamamaktır dedim. yaşamak, dedim, ilkin sevgi ile, sevmek ile başlar, doğumla, doğmakla değil.. yaşam da sevgisizlikle biter dedim, ölümle, ölmekle değil..
şimdi sizlere “seven ölmez” diyorum.. yaşamakla ölmek konularının kavramları arasında sizleri, kendinizi yeniden gözden geçirmeye çağırıyorum dedim, ve indim.
dinleyiciler arasında büyük bir kavga çıktı. üç kişi öldü.
sordum, soruşturdum. ölenlerden biri “evet, seven ölmez” diyenmiş. öbürü buna karşı: “hayır, seven de ölür” diyenmiş.
ya üçüncü ölen? diye sordum.
o mu? dediler, anlattılar.
o, bunların ikisinin arasındaki tartışmanın sonucunu öğrenmek için bekleyenmiş."

özdemir asaf

Pazar, Eylül 14, 2008

giderayak


* evet, gidiyorum...tam yedi buçuk saat sonra yola çıkmış olacağım. günlerdir uykusuzum ve yeni ders programıma bakılacak olursa bu sene de düzene giremeyeceğim ben. biri kontrolümü eline geçirsin ve ben inat ettikçe o da bana çemkirsin!

* "bu sene yeni bir sayfa açacağım" kervanına katılmıyorum bu defa, hiç bir şey planlandığı gibi gitmiyor. zaten keman ve şan kursunu kaçırdım, 1-0 mağlup başlıyorum seneye. o kadar enerjik olmamı bekleme. akışına bırakalı çok oldu...

* senenin 9. ayını bile yarılamışken döneme, "sene başı" demekte ısrarlıyım, evet.

* oha lan çok hüzünlüyüm şuan!

* oha dediğime bakma, ben günlük hayatta kibarımsıyımdır. yapı itibariyle, ne kadar zorlasam da sert ya da kaba olamıyorum. öyle ki tartışırken o sert olmaya çalışmamın eğretiliğini farkettiğim an, gülüyorum ve cıpcıvık bir insan oluveriyorum.

* çarşamba gününden beri kendimi dizginlemeye çalışıyorum uykusuzu okumayım da yolda okurum mantığı ile. kapağı, otisabi'yi ve fırat'ı geçen gece bilgisayarımın ışığında okudum, dayanamadım.

* giderayak bir sürü alışveriş yaptım yine, kullanmayacağım şeyler aldım. ve oruçluyken alışverişe çıkılmazmış; insan o sıcakta, susuzluğun da bıraktığı etki ile kırıcı biri olabiliyormuş bunu anladım. kötü bir kızdım bugün...

* yolculuk sırasında ön koltuktaki kişiyle kucak kucağa uyumak...hoşgörü de bir yere kadar...bazen cidden kaba biri olabilirim...

* etrafımda çok fazlaca müziği anlatan insan var. bilen bilmeyen...müziği eylem haline getirmediğin sürece sus bence sen, konuşma. bilenler zaten sen dinleyesin diye yapıyor, açıklarını ara diye değil. sadece dinle!

* bilkent'e cami, kilise ve sinagog yapılıyormuş. hayır, teker teker değil üçü bir arada.

* anlatım bozukluğunun kralı: "sen başıma gelen en güzel şeysin!"

* aşk meşk yalan bir ilişkide önce saygı sonra sadakat...tabi uzun süreli bir ilişki istiyorsan...

* balık ayıklamak genelde karın deşmekten ibaret, bir düşün!

* demet akalın bu akşam izmit sınırları içindeymiş. sinirlerim daha bir bozuldu şimdi.

* telefonumda world clock diye bir seçenek var, bazen aklıma geliyor açıp bakıyorum sydney'de, washington'da saat kaç...öyle deme o da lazım.

* gossipgirl diye bir dizi gösterime girdi. denk geldim izledim, bölümün başında gossipgirl olarak nitelendirilen kız, yüzü gösterilmeden "sana her şeyi söyleyeceğim ama kim olduğumu asla" gibisinden bir şey söylüyor. benim izlediğim kaçıncı bölümdü bilmiyorum ama kim olduğu gayet de belli. izleyenlerin IQ seviyesi mi ölçülmüş de biliyorlar yoksa insanları aptal yerine koymak hoşlarına mı gidiyor bilemedim. hayır, yani kız söylemem banane tribine girince kendimden şüphe ettim, ama yok o diziden hayır gelmez...

* galatasaraylıyım ve haklı olarak bununla gurur duyuyorum. gassaray denilmesi zoruma gidiyor. düzgün söylemeyeceksen adını alma ağzına biz finrbaçe diyor muyuz?

* bir insan gelsin şu dünyaya ve "kimse beni anlamıyor" diye ortalıkta dolaşmadığı bir dönem olsun... im-kan-sız!

* temmuzdu, söz vermiştin ben geldiğimde ankara'nın güzel olacağına dair. yaktın mı gemilerimi? bak geliyorum ama ben!

* "bak geliyor terlik" geldi aklıma. içgüdüsel bir şey mi bu acaba? ve ben de söyleyecek miyim çoluk çocuk olursa?

* ankara'ya yerleşmek için sebep arıyorum kendime. yüksek lisansı uydurmuştum, her zamanki gibi suya düştü planlar. almıyorlarmış bizim bölümden öğrenci. plan yapmamak lazım plan! sen de silinip gideceksin ankara ama ben sana geliyorum...

Perşembe, Eylül 11, 2008

1 mesaj alındı

* saydım tam 13 gündür banyosunda oxi action'ı, mutfağında calgonit'i olan, düzenli temizlik ve yemek yapılan bir evde kalıyorum. deniz manzarası bile var. ne istersem temin ediliyor, üstelik her şey bedava. buraya babaevi deniliyor. bu konfor maksimum 3 gün daha sürecek, sonra ver elini ankara. olur iş değil!

* can sıkıntısı insana her şeyi yaptırır efendim. facebook'ta bunu gidermek için mükemmel bir alternatif. önce my dying bride ile başladım. aaron'un facebook'u yok bunu öğrendim, hamish'in varmış ekledim, kabul etti mesajlaştık. şimdi uykusuz'a sardırdım. dün Büstün ve Memo'yla arkadaş olduk(!). elime ne mi geçti? bilmiyorum.

* düşünceli arkadaş diye ben buna derim. mesajla istanbul kodlu bir numara gönderdi mert. ne diye sordum, varis ve hemoroid danışma hattıymış. hayatın ne getireceği belli olmaz tabi.

* sınıf ve okul nöbetçisi arasında bir statü farkı vardır. elbette ki okul nöbetçisi daha havalıdır. derslere girmez bir kere, al sana +10 puan. dersten mi kaçmak istiyorsun "müdür çağırıyor" der sizi kurtarır, anne baba baskınına karşı her türlü ihbarı yapar, aksiyon insanıdır özetle. ama sınıf nöbetçisi; tahtaya dersin adını yazar, çöpleri döker, hoca istiyorsa yoklamayı alır; hele ilkokulda, konuşanları yazar, direkt antipati sebebi. en iyi arkadaşlıklar bile bozulur bu görevin gerçekleştirilmesiyle. öyle lanet bir şey!

* dürümü, kebabı öyle şık restorantlarda yemeyeceksin. eğer ki parmaklarını yalamak istiyorsan nerde kuytu salaş bir yer, nerde bir seyyar tezgah oraya koşacaksın. tadı öyle çıkar!

* kıl, tüy ilginç bir yapıya sahip. kökünden ayrıldığını nasıl da anlayıverip uzamaya başlıyor hemen, aklım almıyor. bizi ayıramazsınız mesajı mı veriyor aklınca anlamadım ki!

* pril: bomboş tezgahın üzerinde o scotch brite ile nasıl da uyum içerisinde yıllardır. allah ayırmasın, bir tezgahta kocatsın.

* pipet herhangi bir şeye her an cazibe katabilir. ilkokulda bir de leblebi tozu vardı ya, böyle çubukla çekerdik. leblebiyi hiç sevmezdim ama sırf o pipeti kullanmak aşkına genzime kaça kaça hüpletirdim. hay aklımı seveyim..

* ranzanın üst katında yatmak tam bir trajedi. susarsın, in merdivenlerden çık merdivenlerden; tuvaletin gelir in merdivenden çık merdivenden; tüm ihtiyacını karşılarsın aklına yapman gereken bir şey gelir... haydaaaa!!

* yerli yersiz karın guruldaması can sıkıcı bir şeydir. harakiri yapasım gelir!

* "1 mesaj alındı", işte ekrandaki bu yazıya bayılıyorum. maksat biri mesaj attı hebelöleylöy diye sevineyim değil, o görüntü acayip hoşuma gidiyor. bu sayı 1'den fazlaya çıksa böyle sevinmem. işte böyle ufak şeylerden mutlu olabilen bir insanım öyle de hayat dolu, öyle de muhteşem biriyim.

* ben her ayın 10'unda "bugün ayın 10'udur eğlen suna'm eğlen" şarkısını söylemek isterim. ayın 10'undan önce planlar yaparım "bu ay kesin söyleyeceğim" diye. nasıl oluyor anlamıyorum ama bir bakıyorum 10'u çoktan geçmiş. algılarım kapanır, farkedemem ayın 10'unun geldiğini. bak yine geçmiş!!

* dönme dolabın isim mantığını çözebilmiş değilim. tamam dönüyor o yüzden dönme kısmı uyuyor ama dolabın mantığı ne?

* gothic ev eşyaları ibaresiyle karşılaştım, tıklayıp bakayım da vizyonum gelişsin dedim. her insanın beklediği gibi ben de şamdanlar, perdeler, koltuklar bekledim. adamlar kuru kafalı tuvalet fırçası üretmişler! vizyonum epey bir genişledi.



* isimli kolyeyi anlamlandıramam ben. küçükken kaybolursak diye künyemize yazılırmış da şimdi kaybolma ihtimalinde yardımcı olacak değil ya sana! hem insan birazcık gizemli olmalı bence. düşün ki biri gördü beğendi seni, bırak da azıcık hayal kursun adam değil mi? acaba adı ne desin, arkadaşıyla tahmin yürütsünler iddiaya girsinler. ama yok nerdeeee? asmış oraya, yazıyor mine. demek ki adı mine'ymiş der geçer adam.

* deri koltuğa oturmaktan korkar mısın sen de? ben otururken acayip geriliyorum, acayip bir baskı hissediyorum üzerimde. o sesi duymak hiç hoşuma gitmiyor, arkama bakmadan uzaklaşmak istiyorum.

* kadınlar ve erkekler arasında yapılacak bir benzetme de benden olsun. kadınlar fotoselli makineler gibidir aşırı hassas, ama erkekler manuel vitese benzer öyle de odun öyle de kalas.(böyle düşündüğümden değil, bu benzetmelerin abartı boyutu tüylerimi diken diken etmiştir hep)

* webcam'den kulağında kulaklıkla astronot gibi fotografını çekip profiline koyan adamların özgüvenine hastayım. sizin de var mı bilmem ama dün kuzenim benimkini karşıma çıkardı sağolsun. kahkahalarla olmasa da güldüm. 15 yaşındaydım o zaman, mini minicikmişim. çok iyi hatırlıyorum o günü, uykudan uyanmış gözlerim mahmur, dersaneye gitmek üzereydim. boynumdaki tül kolyenin aynısını geçenlerde inflack'ın kardeşinde gördüğümde duygulanmıştım. amacım; kulaklıklarım olmasa da benim de o adamlar gibi özgüvenim var kendime mesajı vermek. evet doğru bildin :)


* ha bir de defalarca başıma geldi; yolda yürürken tanımadığım insanlar tarafından parfümün adının ve saçıma özel bir bakım yapıp yapmadığımın sorulması. o şaşkınlık haliyle tebrik edemedim ama cesaret ister böyle şeyler bence. ben de oto mesaj geliştirdim kendime: "saçım an itibariyle 72 santimetre olup hiçbir özel bakıma tabii tutulmamakla birlikte bugüne kadar bir damla kimyevi madde(boya) sürülmemiştir. parfümün adı ise channel chance efendim. iyi günler dilerim." umarım adres soran biri olursa otomatiğe bağlamam.

* bonibon kapağından çıkan harf ya da falım'daki fallar bir anlık da olsa heyecanlandırmaz mı seni?

* sesli konuşan bir insana neden yavaş konuş denir ki? yavaş konuşunca ses düzeyinde bir değişme mi olacak sanki?

* mutluyum, bu yıl en erken dersim (cuma günleri hariç) 12.30'da. keşke parantez içindeki cümleyi söylemek zorunda hissedecek kadar realist olmasaydım.

* pretty woman eşliğinde catwalk yaparaktan sokağın sonundaki çöp konteynerine çöp atmaya gitsem...

* bence de bugünlük bu kadar yeter, haklısın.

Çarşamba, Eylül 10, 2008

memories never die!

* pek sevgili biricik okulum, Ankara Üniversitesi, pilatesi seçmeli ders listelerine eklemiş, hayırlı fitnesslı olsun.

* taze ekmeğin damağı çizmesi, mutsuzluk sebebi!

* siyah oje sürdüm dün, bugün çıkardım ama üzerimden o coolluğu atamadım hala, kahretsin çok süperim, en süperim!

* insanların beni telefonlarına hangi isimle kaydettiğini merak ederim. ben de onlardan biriyim.

* horlamaya çare bulamadım henüz ama ağız kokusuna son! dişin etrafına monte edilecek, kokulu bir obje geliştirmeyi denesinler. hayır, klozetin kapağını açınca gördüğüm kokulu nesneyle hiçbir alakası yok!

* bana sen lazımsın ne kadar çirkin bir ifade! duyan, adam pasta yapıyor da yumurta lazım sanır.

* annemdeki bu adrenalin tutkusunun yarısı bende olsa aktif bir genç olurdum. ben lunaparktaki o oyuncaklara binmeye cesaret edemezken bungee jumping'ten bahsediyor bana. yok böyle bir şey!

* ayak serçe parmağını ve dirseğini bir yere vurmak kadar acı veren bir şey yaşadın mı sen? kıvrım kıvrım kıvrandırıyor uff...

* dergilerde, gazetelerde, her yerde şu test çılgınlığı var ya hani, her an elinin altında bulunsun istiyorsan işte sana link, ne ararsan var: www.biriyim.com
ben hangi masal kahramanı ve hangi dünya mutfağı olduğumu merak ettim. sonuç: çirkin ördek yavrusu italyan mutfağı'nda!

* kulaklarım çınladığında gerçekten birinin hakkımda konuşup konuşmadığını merak ederim. ama sabaha karşı 5'te çınlıyorsa doğruluk payından şüphe ederim.

* "bu diş macunu öyle süper bir şey ki aileme kullandırıyorum" temalı reklamları sorgulamaktan vazgeçtim de sanki tüm diş problemlerinin çaresi diş macunu gibi hep aynı hikayenin anlatılmasına daha fazla katlanamayacağım! isyanlardayım!!

* en yardımcı fiil: yemek yemek! mutlu olmaya yardımcı oluyor, çok ciddiyim.

* kredi kartını taksit yaptırabilmek amacıyla çıkartıp bir an önce ödeyip kurtulayım diye her şeyi tek çekim alan yegane insan olmadığıma inanmak istiyorum. hadi bir işaret ver!

* aldığım kararları uygulayıp uygulayamadığımı görebilmek için yazmaya başladım bu blogu. ne zaman maddeleme işini farkettim işte o an ciddiyetimi kaybettim.

* bir de sağ taraftaki profil fotografım da çok bayık baktığımı farkettim ama değiştirmeyeceğim! şimdilik...

* çikolataya antep fıstığından sonra en çok yakışan şey hindistan cevizidir. coco star bunun en önemli temsilcisidir. itiraz istemiyorum!

* kızların ip oyunları vardır ya. önce ayak bileklerindedir o ip, sonra dize çıkar, sonra kalçaya ve en son bele. ben kalçaya gelince yere çakılanlardandım. nasıl bir esneklikti arkadaşlarımdaki hala şaşarım. hoplayamazdım, yere düşerdim ve dizlerim kanardı. neyse ki sarı boncuk fırlatan tabancalar çıktı da sonra hırsız-polis oyunları daha bir keyif vermeye başladı, erkek arkadaşlarımın oyunlarına transfer oldum ben de. ve tabi ki tasolar...maç yapamazdım 5 dakikadan fazla, dalağım şişerdi hemen. saçma da olsa simit vardı bir de, izlemesi zevkliydi onu da. evet evet kesinlikle erkek oyunları daha keyifliydi...

* bir de ilkokulda bir hocamız vardı, "allah'ım sen ölmeden canımı alma ya rabbim amin" diyip dururdu ve biz buna çok gülerdik.

* okuduğum bölümü söyleyince "amerikan'ın kültürü mü varmış pehh!" diyen kişilere karşı duyarsızdım ama aynı şeyi defalarca duymak gittikçe sinirimi bozmaya başladı. alternatif cevaplar aramaktayım.

* eğer şu atlas deneyi dünyanın sonunu getirecekse son saatlerimizi yaşıyoruz demektir. yapmam gerekenleri bırak yapmak istediklerimi bile yapmadım henüz. gözüm açık gider mi ki? e şey tabi bedenim parçalanmadığı takdirde..

* günün şarkısını morphia'dan memories never die olarak atıyor ve aklıma gelmeyenlerle yazımı noktalıyorum...

"Forget the past and the present
And take me to another day."


Salı, Eylül 09, 2008

bulamaç

* ders kaydımı ilk defa sorunsuz bir şekilde yaptım. şu mübarek günde ağzımı bozdurmadın ya teşekkürler öğrenci işleri!

* önceden yazdığım birkaç yazıyı yayınlamıştım geçenlerde, bir an düşündüm eskinin ne işi var ki burada diye sildim. hem zaten fazlaca hisliydi.. aman da ne iyi ettim yıldızlı pekiyi bana.

* oruç tutmuyordum günlerdir, bugün tekrar başladım. e haliyle bizim o masabaşı sohbetlerine katılma imkanım oldu. bugün ders başı yapan liseliler arasında kardeşim de yer alıyor ve inatla tıraş olmayı reddediyor. sahurda saç sakal uzun, uykulu bir şekilde masaya geldi. babam, ya sabır dercesine baktı baktı ve sohbetimizi başlatan bombayı patlattı: "karizma insanın duruşunda değil içinde olacak içinde!!"

* ilkokul arkadaşlarımın birçoğu mahalleden de arkadaşım aynı zamanda. bugün toplanıp iftara gittik.(yazım 12den sonra biteceği için dün sayılıyor) gözümde canlanıverdi ilkokul sıralarında oturduğumuz, okul çıkışı çantalarla eve yürüdüğümüz günler, ne ara büyüdük klişesinden vazgeçmedim ama içimden söyledim. öncesi ve sonrasıyla güzel bir gündü. akşam vakti o çınarlar altında yürümeyi özlemişim...

* batak oynadık. yemek sonrası 5 kişi kaldığımızdan ferhat ve ben ortak oynadık. kartları o açınca güzel şeyler başardık, ihale başarımızdaki katkısından dolayı da serkan'a sonsuz teşekkür tee buralardan :)

* şu sıralar fazlasıyla dikkat dağınıklığı yaşıyorum. ellerim, dizlerim titriyor ve de çarpıntılarım oluyor sık sık. bir sorduğumu 5 kere daha sorabiliyorum. en basit şeye bile odaklanamıyorum. sorularıma bir kereden fazla maruz kalanlardan mısınız? kusuruma bakmayınız.

* bir garsona ice tea sipariş edince "nestea var onu getirsem olur mu?" demesin lütfen. tişört bastıracağım; "ice tea, nestea farketmez şeftalili olsun bizim olsun."

* kediler böyle gözlerini kısarak bakıyor ya hani ben çok korkuyorum o an. aklından geçenleri okur gibi oluyorum. sonra bıyık altından güler gibi arkasını dönüp aheste aheste gidiyor ya; sen de, onun aslında bir hayvan olmadığını düşünmüyor musun benim gibi?

* annem, sözlükten sonra şimdi de facebooka sardı, dilinden düşürmüyor. her an üye olabilir. zaten teyzemler falan hepsi üye. tag'leşiriz, poke'laşırız, comment neyin yaparız hoş olabilitesi var.

* doctor renaud paris: doghtoğğ ğöno paği. hatırladın mı?

* iki yakın arkadaşın aynı kişiye aşık olması olayını iki yönden de yaşadım ben. farklı dönemlerdeki en yakın 2 arkadaşım çok pis yazmıştı 2 eski erkek arkadaşıma. ve yine iki defa iki yakın arkadaş birbirine düşmüştü benim yüzümden. neler mi oldu? hayattan çıkarılmak suretiyle çözüldü ve unutuldu her şey...

* dikkatimi toplayamıyorum, şuan bu yazıyı yazmakta çok zorlanıyorum.

* komşumuzun torunu yiğit 14 şubat'ta 4 yaşını dolduracak bir afacan. daha sonra maceralarımızdan bahsederim yine ama şimdilik bunu anlatıp geçeceğim: birlikte oturuyorduk. elindeki oyuncağıyla ilgileniyordu birden ellerime baktı, "yanılmıyorsam elinde bir karınca dolaşıyor" dedi ve oyuncağıyla ilgilenmeye devam etti. karınca dediği şey siyah bir pamukçuktan ibaretti ama "yanılmıyorsam" diyişi beni benden aldı. ee o minicik ağzını mıncırdım tabi.

p.s: kendisinin karıncalara fena halde takıntısı var. minik ve siyah olan her şeyi karınca olarak adlandırmak istiyor.

* günümüz koşullarında çocuklara masal anlatmak da zor. cin gibiler maşallah. haklılar da sen git sabah akşam discovery izle sonra kim inanır ki tahta bir kuklanın konuşabileceğine, burnunun uzayacağına falan?

* direk ve direkt arasındaki fark ayırt edilmeli artık!

* son dönem ilişkileri epeyce ilginç, beklentiler ve standartlar öyle yükseltilmiş ki sanırsın kızlar angelina jolie, erkekler brad pitt. erkek, her dakika sağdan soldan kızı alıp gitmesi gereken yere bırakmıyorsa suçlu, ucuz bir yerde yemek yediriyorsa basit, cep telefonunun kontörüne varana kadar ihtiyacını karşılamıyorsa ezik. bu beklentilerin hiç biri karşılanmıyorsa "at gitsin" politikası uygulanıyor, çok defa tanık oldum. sonra da türk erkekleri kadın görmemiş gibi davranıyor şöyle de böyle! yok yeaa! hepsi sizin eseriniz!

* renkli lens kullanıyorsan yüzüme bakarak konuşma benle! içim bir tuhaf oluyor, henüz balıklarla konuşmaya alışık değilim!

* maskeli iftar partisi düzenlesem hangi kıyafetle gelirsin yemeğe?

* pazar günlerinin önemi gittikçe değişiyor. babamın da çalıştığı günlerdi, sabah erkenden kalkıp çizgi film izlerdik, öğleden sonra banyo yapardık. o minik, pembe, bebek aspirinini içerdi ablam ile kardeşim ve uyurduk. o sırada annem önlüklerimizi ütülerdi ve akşam olurdu bile. geçirdiğim rahatsızlık yüzünden benim aspirin içmem yasaktı, çok özenirdim bee.

* insanı hayvanlardan ayıran tek özelliği düşünmekmiş. pehh yalana gel! beni onlarla bir tutamazsın hayır!

* ninja kaplumbağalar neden pizza yerdi ki? leonardo da vinci, donatello, michelangelo ve raffaello sanzio da sürekli pizza mı yiyormuş sanki? milliyetçiliğin böylesi..



* defterler arasında sakladığımız o güller nerededir ki şimdi?

* bu beyaz sayfayı bana ayırdığı için her yazımın başında bloguma teşekkür etsem mi ne?

* "Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
." der ataol behramoğlu yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var'da. kalsın bu satırları zihninde.

Pazar, Eylül 07, 2008

rapunzel abla'dan saçmalamacalar



* ramazan insanın sadece ağzını değil elini kolunu ve hatta ayağını da bağlıyor. insan her şeyini iftar vaktine endeksliyor, 30 gün böylece geçip gidiyor hayatımızdan.

* kredi kartımı ödemeye çıktım dün, eve geri dönmek istemedim. lise yıllarımdan bana kalan en güzel insanı aradım, gelsin beni yine kurtarsın diye. uykusunu böldüm ama bence değdi. hayır ya sabahın köründe arayacak kadar düşüncesiz değilim öğlenin 3'ünde uyumamalı bir insan.(bunu söyleyen ben olamam)

* yukardaki resim sekapark'a ait. izmit'in sahip olduğu en güzel alanlardan biri olmuş bence. aşık oldum resmen. sahil kenarında bir park alanı. düşün ki ahşap bir iskele üzerinde bembeyaz dekore edilmiş bir mekandasın. duvar yok, etrafın yemyeşil, aşağıdan akıp gidiyor körfezin suları, gökyüzü masmavi. etrafında yelkenliler, deniz otobüsü, sandallar, tekneler süzülüyor. bir de planör kiralamak gibi bir hizmet sunmuşlar ki ben en çok buna bayıldım. ilgililere duyrulur: körfez turu 150 ytl, istanbul turu 1500 ytl.

* baktım çimlere doğru ilerliyor selim, "dur basma!" dedim "tabelayı görmüyor musun?" dedi. nasıl da içimde ukte kaldıysa hayatım boyunca o günü beklermişim gibi bastım çimlere.



* bazen yanımda olmasını istediğim kişinin msn'de online olması bile yeterli oluyor. takılıyorum kendi halimde, arada açıp listeme bakıyorum ordaysa eğer gülümsüyor ve takılmaya devam ediyorum. ama her iki türlü de yanımda olmadığı günler için fake hesap açıp listeme ekleyeceğim. bu böyle olmuyor.

* bir önceki yazımı peru'daki bir arkadaşım için yazdım. blogumun türkçe olduğunu görünce üzülmüştü ve bir gün onun için yazacağıma dair söz vermiştim ben de. bunun için doğum gününü seçtim, çok mutlu oldu. ben de mutlu oldum. sizi pek alakadar etmedi biliyorum ama bizim için süper oldu.

* kablosuz internet servisi veren hamam görmüştüm. kim götürür ki laptop'ını o ıslak, nemli ve köpüklü ortama. ben götürmem en baştan söyleyim!

* çimlere basmak dedim de aklıma futbolcular geldi. çimlere basmayınız ya da çimlere basınız tabelaları ne ifade ediyordur ki onlara?

* "acımadı ki acımadı ki!" nasıl bir söz öbeğidir! insanın çileden çıkarır, daha fazla acıtma isteği uyandırır. sanırım bu yüzden kimseye şiddet uygulamıyorum. aferin bana!

* "herkes gider be rapunzel abla. baksana sana o kadar yalvarıyorlar uzatıp saçlarını alıyorsun yanına. sonra senin kuleden başka hatunlarla kesişmeler kaçamaklar. hani dünyanın en büyük aşığıydın!" demişti yılmaz, geç oldu ama hak verdim.

* bir erkek giyinecekse camel active ve quiksilver'dan giyinmeli bence. çok karizmatik kesinlikle!

* tek taş yüzüğün cazibesini anlayabilmiş değilim. ne ki bu kadınları çılgına çeviriyor?

* çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdanmışsın ben bunu anladım!

* okuyorum ya ben uykusuz'u, penguen'i; böyle "ahanda bunu aklımdan geçirmiştim ben bloga yazacaktım" diyorum ya, o anı hiç sevmiyorum ama yine de gülüyorum.

* matematikçilerin şu x sevdası yedi bitirdi beni! hayır hep aynı geyik ama bulmaya çalışırken kafayı yiyeceksen neden kaybediyorsun x'i? sonra ben olmayan şeyin peşinden koşuyorsunuz diyince cahil gözüyle bakın peh!

* erkek parfümleri kadın parfümlerinden çok daha güzel bence. kadınlara ait birçok şeyi sevmiyorum ve bunları her farkettiğimde, neden erkek olarak gelmedim ki şu dünyaya diye başlayan isyan silsilesi ile kendimden geçiyorum...

* he bir de göbek var bilmemne diye üzülmeyin! kadınlar üçgen vücutlu erkekleri beğeniyor gibi görünür ama tercihi ondan yana yapmaz. güven vermez ki çünkü kas yığını, manken görünümlü bir erkek. o yaşlanırken evle, çocukla, işle ilgilenirken; adam her an kendi gibi manken görünümlü bir hatunla kaçacak gibi gelir. hem sen hiç üçgen vücutlu bir baba gördün mü sanki de konuşuyorsun? e tabi şimdi bu söylediklerimin rahatlığıyla gevşer ve salarsan g*tü göbeği ama yanına da manken gibi bir hatun istersen o da hata. bırakıp gidemez mi sanıyorsun? yanılıyorsun..

* pringles'a cips diyenin alnını karışlarım. sen hiç diğer cipslerden ördek gagası yapabildin mi de konuşuyorsun?

* hande yener ve özcan deniz: nerden nereye'nin canlı örnekleri! bir düşün hele! aşmış bunlar, biz hala yerimizde sayalım. çok eziğiz lan.. biri turkish madonna diğeri pavarotti...

* hatırladım!! şuan, geçen gün aklıma gelen karşılaştığım en alegorik ismi hatırladım: veli göçer. kim mi? ödev sana, araştırıp geliyorsun.

* veli göçer göçmez göçen göçmez!

* ıstakoz kabulümdür ama bir insan karidese neden bayıla bayıla yumulur ki? çinli olsan neyse de... denizde yaşaması böcek olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

* lahmacun, acılı ezme, soğan, sarımsak ve hatta pastırma sevmeyen kişiye anlam veremem ben. hele "ıyyk kokar be!" triplerine girenin diline çemen sürerim 1 hafta çıkmaz kokusu!

* uyku anımda yaptığım ve söylediğim her şey mübahtır efendim. sayıklarım, hem uyurum hem de gezerim. attığınız mesajları okur hatırlamam hatta cevap atarım onu da hatırlamam. ararsınız açarım konuşmam hatta anlamsız bir şey söyleyip telefonu yüzünüze kapatırım. öyle işte..

* ha bir de kapısı kilitlenmeyen tuvalete, banyoya girmem ben. insan kendini savunmasız hissediyor yalan mı? manyak deme, pat diye biri içeri girse napacaksın bana onu söyle?

* ömrüm boyunca ne amuda kalkabildim ne de parande atabildim, bu bir eksiklik midir?

* pakmaya var ya hani, onun sahibinin kurduğu okullardan birinde okudum ben ilkokulu. ayrıcalık değildir onun farkındayım. sadece abidin pak i.ö.o. diyince "o ne beaa puhaha" diye dalga geçenlerin anısına bahsettim. abidin ismi neden böyle komik gelir ki insanlara?

* maçın en kritik anında sakatlansa futbolculardan biri, tedavi sırasında taraftarlar atışmaya devam etse, sonra hemşire dönse sus işareti yapsa... bence annesini karıştırmayın!

* semih, türkiye - hırvatistan maçında "sus" işaretini bir yaptı pir yaptı. dün ermenistan maçında da aynı hareketi gördüm. gittikçe itici olmaya mı başladı ne?

* nietzche'nin aforizmalarına bayılırım ama öğretileri genellikle uymaz bana. onlar için fazlaca sıradan biriyim ama o öğretiler yayılmaya başladığında nietzche'nin çoktan delirmiş ve bunu hiçbir zaman öğrenememiş olduğu gerçeği hüzünlendirir beni.

* madem öyle yine sevdiğim bir aforizmasıyla yazımı bitireyim istedim:

"kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız: önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz?"

Cuma, Eylül 05, 2008

just for you

the less people understand me, the much more you understand me. there's always been an unseen bridge between us despite the thousands kilometer-way. and without seeing my face physically, you've seen me suffering in your dreams. i felt, you felt. we've written, we've replied. some day we never heard of each other but felt the way the other felt and this kept us tranquil. it has always been completely difficult to describe the telepathy between us so i can't find the correct words. but this is only written for the sake of your innocent friendship as you wanted, anyhow you can feel it and i prefer the holy day for this :)

now years have passed and you've became a big guy, haven't you? :) this is the forth birthday we celebrated together and i hope it won't be the last one. and here, i found something you wrote for me and it made me smile again. I'd like to end my post with it and my favourite photo of you haha, thanks again. wish you better days of happiness..freedom survives..

She hovers through the heavy air,
Bloody dew crown decaying meadows,
Meadows unwithered laying inert,
Barely seen by twilight dim.

So heavy air ensnares the field,
But dissipates around her shield,
A shield of darkness and distress.

She makes no sound,
Moving herself slowly,
Within the old frozen oaks,
Like a deadly dance that break even the hardest rocks.

The chaos set a realm around her,
The shadows blend in remorse,
Mankind cry cause they know the time has arrived,
The time of a red awake,
The time of a new obscure dawn.

A woman which no man would dare to behold forevermore...

...my Princess of the Dark Lands.


Perşembe, Eylül 04, 2008

o da olmalı blogumda!

hayatta en bi çok güldüğüm biri varsa o da fırat şüphesiz. neşemi hiçbir şey yerine getiremezse açarım, okurum. en son ardı ardına okuduğumda gözümden yaş getirdi ve karnıma ağrılar girdi gülmekten. nasıl bir zeka ürünüdür ve aramızdan biridir bu ya reppim? kendi çocukluğumdan çok fazla şey buluyorum her karesinde. tek eksiğim bir "hayalet" arkadaşımın olması. o da olmasın korkarımmış zaten. hele o melis yok mu? "hıhı hello fırat. hello merhaba demek fırat değişmez çünkü fırat özel isim hıhı." görmeyen kalmasın diyorum, beni okuyan herkes bahsettiğimde bilsin "dinimiz amin" diyince şaşırmasın istiyorum! nevresim takımları, silgiler, kalemler, bardaklar, defterler artık barbie ya da batman'le değil fıratla süslensin istiyorum. bu çılgınlık yayılsın istiyorum...